Eğitim davamız!
Şöyle bir şey var; bilen biliyor: Milli Eğitim sistemi dahilinde; 1. Bazı gençler sürgüne gönderiliyor. 2. Lakin, yurtdışına devlet eliyle gönderilebilecekler ise gönderilemiyor.
Birincisi garip bir icraat. Lisede, 3 yıllık sistemde okurken sınıfta kalan çocuklar sürgünle yüz yüze. "Sistem" şöyle: 1. Aynı sınıfta kalanlar 8 kişiden fazla ise, okullarında onlar için ayrı, özel bir sınıf açılıyor. 2. Sayıları 8'den az ise şunlar arasında seçim yapıyorlar: a) Fazladan bir yıl daha kaybetmeyi göze almak; b) Açık öğretime sürülmek, c) Milli Eğitim'in gösterdiği bir okula sürgün gidip orada ayrı bir sınıf oluşturmak.
Bu "kesin ve kendinden emin" olan genelgenin adı ne biliyor musunuz? "Tereddüt Edilen Hususlar." Ya, böyle işte. Sistem bu. Eğitim bu. Milli bu. Gençliğe hitabe, övün, çalış, güven ve parlak gelecek ile dualarımız sizinle bu. Dava açan velilerden avukat bir baba diyor ki: "Tecrit, dışlama, sabıkalılık, vebalı muamelesi, sürgün... Her şey var burada. Zenci sınıfları bunlar." Zaten Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 5'inci maddesi çok açık! "Milli Eğitim hizmeti, Türk vatandaşlarının istek ve kabiliyetleri ile Türk toplumunun ihtiyaçlarına göre düzenlenir." Şunu da anlamak lazım: "Milli Eğitim hizmeti... istek ve kabiliyetlerimizle düzenlenir." Kabiliyet bu kadar. "Tereddüt Edilen Hususlar" denen genelgeyle, 1516 yaşlarında, tereddütsüz dışlanmayı, cüzamlılığı, F tipini filan öğrenecek gençler yetişiyor. Onlara, sürgünü okutmak lazım sürekli. Sürgünde bir "Halikarnas Balıkçısı", bir "Nazım" da olunabileceğini. Sizi pek sevmeyen ülkenizi yine de çok sevebileceğinizi.
Diğer mevzu, Milli Eğitim Bakanlığı ile YÖK çekişmesi. Kronik çatışmanın yeni bir cephesi. Yurtdışına master, doktora öğrencisi yollanacak. Aslında kanun seçim hakkını bakanlığa veriyor gibi ama YÖK de söz sahibi olmak istiyor ve bakanlığın oluşturduğu jüri ile yapılan seçimlerden, kamu kurumlarından zaten iktidara yakın denen kişilerin seçilmesinden davacı. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye'de eğitim, öğretim ve Akademi'yi düzenleyen iki kurum birbiriyle gırtlak gırtlağa. Sisteme kökten muhalifler için sakıncası yok ama, "düzen" de bu. Ve milli! İşin tuhafı; yıllardır bu imkan doğru dürüst kullanılmamış. Yani, 1000 kadar insana yeni bilim, bilgi ufukları açabilecek, akılları, yürekleri, emekleri yeterse, buralarda binlerce kişiye taşınabilecek bir imkan kullanılmamış. Şimdi ise, kapanın elinde kalıyor sanki. Bakanlık "yetki benim" deyip kendi jürisini oluşturuyor; bakanın bürokratları da orada. Mülakata ağırlık veriyor. İyi niyetli ve objektif olduğu iddiasında. Ama tayinlerde kayıran zihniyetler kuşku yaratıyor bir kere. YÖK ise, bunun kötü niyetli, torpilci, cemaatçi seçim olduğunu ileri sürüyor. Sanki üniversiteler mutlak adaleti, feraseti, eşitliği temsil ediyormuş gibi.
Müsaadenizle; sistemlerinizi, kurumlarınızı, eğitimlerinizi, kuşkularınızı alıp vuralım mı birbirine! Orada ve şurada, bu kafa yapısının ortak özelliği şu: Devlet zaten babalarının malı da; kendilerini ülkenin, toplumun, halkın, milletin parçası değil; ülkeyi, toplumu, halkı, milleti kendilerinin parçası olarak görüyorlar. Üstelik, duruma göre, tamamını bile değil! Çünkü öteki düşman!
Azizim; sizin milli eğitimlerinizin, yöklerinizin, kışla üniversitelerinizin, öğretmeni kuklalaştıran müfredatınızın, sözde eğitip öğretmen dahi atayamadığınız binlerce işsiz kusan çarklarınızın, istisnalar hariç öğrencinin çoğunu çöpe atan ruhsuz, beyinsiz ve dershane besleme yuvası haline gelmiş liselerinizin, öseselerinizin, torpillerinizin, kayırmalarınızın, milyonlarca çocuk ve genci palavralarla kandırmanızın, bir yandan da kişiliksiz, cesaretsiz, fesat, bilmiş ama yarı cahil, ya epey sinmiş yahut pek linççi kitleler yetiştirmekte mahir düzeninizin tamamı; Tereddüt Edilen Hususlar! Tereddütsüz biçimde dava edilmeli zaten.
|