İki kadın, bir erkek
Daha on yaşındayken İtalya'daki antifaşist direnişe katılan Oriana Fallaci cuma günü öldü. Tüm yaşamı boyunca totaliter doktrin ve yönetimlere muhalif olan Fallaci'nin ölümü, Papa'nın densiz sözlerinin ortalığı ayağa kaldırdığı günlere denk geldi. Doğmamış Çocuğa Mektup ve Bir Adam gibi yayınlandıklarında ortalığı sarsmış kitapların yazarı ününü 1970'lerde yaptığı söyleşilerle dünyaya yaymıştı. Gerçekten de Fallaci söyleşileri o güne dek rastlanmamış ölçüde hırçın bir tarzı yansıtırdı. Söyleşi yapılanlar bu taarruz karşısında çözülür ve başkalarına söylemeyecekleri sözleri Fallaci'ye söylerlerdi. Fallaci'nin kanserden ölmeden önce yazdığı sansasyonel kitabı Gurur ve Öfke ise yalnızca totaliter bir siyasi akım olarak gördüğü İslamcılığa değil Müslümanlara çatan, Avrupa'yı kendi ölümünü hazırlamakla suçlayan açıkçası ayırımcı ve önyargılı nitelikleri de öne çıkan bir kitaptı.
Dışlayıcı Avrupa kimliği Tüm yaşantısı boyunca ateist kalmış Fallaci'nin son döneminde Katolik Kilisesi'nin bugünkü başı ile paralel sayılabilecek görüşlere sahip olarak ölmesi de herhalde yaşamın cilvelerinden biriydi. Türkiye'de ve dünyada, üstelik yalnızca İslam dünyasında da değil, Papa'nın sözleri hayli olumsuz yankı yaptı. Metnin ilgili bölümünün tümüne bakıldığında da Papa'nın sözlerinin daha az keskin olduğunu düşünmek kolay değil. Üstelik yayılmasında şiddetin payı epeyce yüksek olan Hıristiyanlığın en önemli kurumunun temsilcisinin din, akıl ve şiddet konularında daha izanlı olması da beklenirdi. Papa'nın söyledikleri, geçmişte Türkiye ile ilgili söyledikleri de gözönüne alındığında dışlayıcı bir Avrupa kimliğini benimsediğini gösterir. Selefinden farklı olarak İslam diniyle bir diyaloğa girmekten çok Tanrı'yı öldürmüş ya da inancını kaybetmiş Avrupa'yı yeniden dine çağırma kaygısı taşıyor. Bu tavır onu Avrupa'nın demografik, sosyal ve giderek de siyasi gerçekliğini reddetme noktasında tutuyor. Papa bu sözleriyle, cihadcıların dinler arası hoşgörü bir yana karşılıklı tahammülü bile zorlaştıracak bir iklimi egemen kılma çabalarının da müttefiki haline geliyor.
Türkiye hoşgörü tezatı Bu tartışmada Diyanet İşleri Başkanı Profesör Bardakoğlu'nun çıkışı nedeniyle Türkiye ön planda yer alıyor. Buradan giden mesaj, bir yanıyla Papa'yı kınarken Müslümanlığın bir hoşgörü dini olduğuna da açık ya da dolaylı vurgu yapıyor. Genelde Türkiye kamuoyunun da din algılayışının bu yönde olduğuna dair göstergeler var. Ya da en azından kamuoyu kendisini böyle görmeyi dışarıda da böyle kabul edilmeyi sitiyor. Kutsalı konusunda hoşgörüyü bu denli ön plana çıkaran bir toplumun kutsal olmayan hakkında gösterdiği keskinlik de bu bağlamda çarpıcı bir tezat oluşturuyor. Bu hafta içinde bu tezatın yüz kızartıcı örneklerinden birisine tanık olunacak. Hukuk adına hukuku iğfal etmeye yeminli, Türkiye'de çağdaş demokrasi normlarının yerleşmemesine and içmiş bir grup bilindiği gibi yazar Elif Şafak'ı ihbar etti. Şafak bir roman kahramanının sözleri nedeniyle yargılanacak. Davacılar bu rezaletin de Avrupa Komisyonu raporuna girebilmesi için bastırdı. Mahkeme, bir kız bebek dünyaya getiren yazarın bu gerekçesine rağmen duruşmayı ertelemedi. Bu grup dava günü şiddete teşvik de içeren şekilde yandaşlarını duruşmaya çağırdı. Eğer o gün İstanbul Emniyeti etkin tedbirler almazsa bir facia yaşanabilir. Türkiye'nin de o zaman ne Papa'ya bir şey söyleyecek hali ne de hoşgörü konusunda son dönemde iyice hırpalanmış sicilinin iflah olma şansı kalır.
|