Tamam, aslında, ama, bir bakıma
" İlke" şu değil midir? Kadının, kadın olduğu için; Kadının, kendi bağımsız tercihlerini yapabildiği için; Kadının, kendi tercihiyle, seçimiyle kendine çizdiği yol yüzünden; Kadının, o güzergahta, inancı yahut yaşam tarzı, dünya görüşü uyarınca kabul ettiği, kendine yakıştırdığı, ortama uygun bulduğu giysiler yüzünden dışlanmaması, hırpalanmaması, sözlü veya bedensel taciz ile şiddete uğramaması. Böyle bir "ilke" var mı? Peki, bu ilkeyi üniversite kapısındaki bacısı için savunduğunu zannedip bir sahil kasabasında başkasının kardeşi, kızı, karısı katmerli şiddete; Yani erkek marifetiyle dinsel, tensel, cinsel, bedensel, ruhsal şiddete maruz kaldığında da "ilke" sayan, haber sayan, olay sayan, ayıp sayan, günah sayan, öfke sayan, kınama sayan, endişe sayan, şiddet ve nefret sayan, anti-demokratlık sayan, insan hakkına saldırı sayan, ayırmayan, dışlamayan, ötekidir diye kıskıs onay vermeyen, ama açık ama için için bir taş da kendi atmayan, esas kahpeliği o kendine sözde yakın duran tahakkümcü, dayatmacı ve baskıcı erkek kafasında gören; Vardır değil mi!
İlke hamur değildir ki; istediğin şekle sokasın. İlke sabun değildir ki; dilediğin gibi kaydırasın. İlke fırdöndü değildir ki; kader kısmet döndüresin. İlke kendinden, kendine yakın, kendin gibi olan için ayrılmış bir armağan değildir ki; istediğine sunasın. İlke canın yandığında bağırıp öteki canlar yanarken sırıtmak değildir ki; suratına maske yapasın. İlke cezvede kahve değildir ki; ağız tadına göre şekerleyesin. İlke, çok basit, ilkedir! Ya öyledir, ya değildir. Kimsenin, mesela, cinsiyeti, inancı, inançsızlığı, ırkı, teni, rengi, kökeni, adı, kılığı, başkası üstünde şiddete neden olmayan tercihleri yüzünden aşağılanmaması, dışlanmaması, şiddete maruz kalmamasıdır. Bunu ilke diye kabul edersen; Nizamiyeden sokulmayan başörtülü anne için de; Üniversiteye alınmayan türbanlı genç kız için de; Alçakça taciz ve şiddete maruz kalan bikinili genç kız için de dertlenir, o hoyrat, ayrımcı, nefret dolu ellere ve dillere öfkelenirsin.
Şunu da yaparsın o zaman: "Bölücü örgüt bildirisi" dağıtıyor diye, 15 yaşında bir çocuğun polis kurşunlarıyla delik deşik edilmesinde de irkilirsin. Mesela, o Başsavcı gibi yaparsın: "Bu noktada ne dağıtıp dağıtmadığı bizi ilgilendirmez. Bir çocuk öldürüldü." Belki şunu da yapabilirsin; hani akademisyensindir, öğretim üyesi, ne bileyim profesör, hukukçu, siyasetçi, gazeteci filan. Sözde özgürlük, aydınlık, çok seslilik kurumu olan bir üniversitede programa katılan bir "darbeci general ve zoraki devlet başkanı" nı protesto için kapısına "Çalıştığım üniversitenin bir darbeci generale kucak açmasından utanıyorum" diye yazan bir "Doçent Doktor Dilek" i kovanlara karşı o sesin hakkını, o fikrin özgürlüğünü savunursun. Rektör olmakla ilkeli adam olunamayacağını idrak edersin. Türkiye'nin her bir yanından akademik özgürlük, ifade özgürlüğü ve insan onuru için ses verirsin. Biraz mert olursun yani. Çok zor değildir bunlar. İnsan olarak kendine saygı duyabilme çabanla başlar ve ötekilere uzanan saygıyla, insan hayatına ve aklı ile kalbine verdiğin değerle, yüzleşmelerinle, hesaplaşmalarınla, çatışmalarınla, utanma duygularıyla, isyanlarınla ve dayanışmalarınla sürer. Bazen afallar, bazen şaşırır, belki şaşılaşır ama inatla, ısrarla, akılla ve bilhassa vicdanla yol bulur gider.
|