Kazanmakla kaybetmek arasındaki fark
Hafta sonunda, 2006 Sundance Film Festivali'nin favorilerinden olan 'Little Miss Sunshine' filmini gördüm. Uzun zamandır bu kadar güldüğüm bir filme gitmemiştim. Kendi fonksiyonsuzluğumuz ve tatminsizliğimizin acısını bazen en çok sevdiklerimizden nasıl çıkartabildiğimizi anlatıyor film. Sevimli Hoover ailesinde herkes bu nefreti farklı bir şekilde ortaya çıkarıyor. Ama ne kadar fonksiyonsuz olurlarsa olsunlar, ne kadar birbirlerinin sinirlerini bozarlarsa bozsunlar, o aile bağı hep mevcut; varlığımızı paylaştığımız, her türlü fonksiyonsuzluğumuzun ardında saklı kalmış sevgimiz!.. Ailemize karşı en negatif yönlerimizi o kadar güzel insancıl bir komediye çevirmişler ki... Film bittiğinde hem Hoover ailesinin fertlerine, hem de kendi ailenize koca bir kucak açası geliyor insanın. Filmde; baba Richard (Greg Kinnear), bir motivasyonel konuşmacı. Hiçbir orijinalliği olmayan 'başarı için 9 adım' fikrinin kitap yapılması hayalini gözü hiçbir şey görmeden zorluyor. Çocuklarına 'bu dünyaya sadece kazanmak için geliyorsun' baskısını uygularken, kendi acizliği ortaya çıkıyor. Anne Sheryl, ailenin batmak üzere olan ekonomik durumunu düzeltebilmek ve aile fertlerinin birbirini yememesi için kendini paralar durumda.
AİLEDEKİ HIRS SAVAŞI Oğulları Dwayne, askeri pilot olmak istiyor, Nietzche okuyor ve ailesi dahil herkesten nefret ediyor. Bu arada orduya katılana kadar hiç konuşmama kararı almış; herkese sadece yazarak cevap veriyor. Büyükbaba (Alan Arkin) uyuşturucu ve ucuz porno müptelası. Kendi gözünde kaybedecek hiçbir şeyi yok, ama yine de torunu Olive'e sevgisini gösterebilmenin bir yolunu bulmuş. Frank amca; Sheryl'in kardeşi ve homoseksüel bir üniversite profesörü. Erkek arkadaşı, mesleğindeki en büyük rakibi ile kendini aldattı diye bileklerini keserek intihara teşebbüs etmiş ve doktor tavsiyesi ile yalnız kalmaması için aile ile birlikte yaşıyor. Kızları Olive, 7 yaşında çok şeker ve bu fonksiyonsuz ama insancıl ailenin en aklı başında ferdi. Little Miss Sunshine Güzelik Yarışması'na kendi bölgesinden finalist olunca, tüm aile New Mexico'dan Los Angeles'a bu yarışmaya girmek için eski bir minibüs ile yola koyuluyor. Film, bu seyahat sırasında karşılaşılan çok komik ve trajik engellerle devam ediyor. Filmin teması; mutluluk arayışı. Yolculuk boyunca aile fertlerinin her birinin o mutluluğu sadece nasıl 'kazanmak' üzerine oturtarak, ne kadar yüzeysel bir şekilde aradıklarını görüyorsunuz. Filmde ayrıca bu hayatta kazananları kaybedenlerden ayıranın ne olduğu ile ilgili pek çok tartışma var.
ASIL KAZANAN KİM? Gerçek kaybedenler; kazanmayan değil, hiçbir şeye başlayamayacak kadar yenilgiden korkanlardır. Kaybetmek bazen hayatın en büyük ödüllerine kapıyı açtırır. Olgunluk genelde başarı ile değil, yenilgi ile yerleşiyor bir insana. Kazanmak gerçekten istediğin şeye sahip olmak mı? Her birisi kendi alanlarında kazanmak için en iyi olmak yarışına öyle bir kendilerini kaptırmışlar ki; kaybetmeleri, hayal kırıklıkları, onların tüm öfke ve nefretlerini ortaya çıkarmış. Hem kendilerine, hem birbirlerine, hem de en sevdiklerine karşı istedikleri olmuyor diye hayattan beklentileri kesilmiş. Kazanma yarışına girmektense, kendimizin en iyisi olmak için uğraş vermenin, çok daha tatmin edici olduğunu bir kez daha hatırlattı bana bu filmi seyretmek... Yani en iyi olmak değil, kendimin en iyisi olabilmek. Egomuzun bitmek tükenmek bilmeyen ve hiçbir zaman tatmin olmayan isteklerini dengeleyebilmek, alçak gönüllü olabilmeyi öğrenmek, kendi limitlerimizin dışında bir hayat yaşamaya kendimizi zorlamamak, zayıf ve kuvvetli yönlerimizi anlayarak kendi gerçek kimliğimizi görebilmek ve o doğrultuda yaşayabilmek; yani bakış açısını değiştirebilmek...
NEFRET YERİNE ŞEFKAT İyileşmek; kalbimizi kapattığımız hayal kırıklıklarımızı, başarısızlıklarımızı nefrete çevirmek yerine, şefkate çevirebilmeyi öğrenmekle başlıyor. Filmden alacağınız ders çok basit ama, o dersi anlayabilmeniz için de bu hayatta yeteri kadar acı çekmiş olmanız gerekiyor; özellikle en yakınlarımızla olan problemli ilişkilerimizde... Hele maalesef Amerika'nın en acı gerçeklerinden biri olan o çocuk güzellik yarışmalarında, ailelerin çocuklarını nasıl sahte mükemmelliğe ittikleri gerçeği, insanın gözünün içine çok esprili bir biçimde sokuluyor (tabii anlayana). Hepimiz kendimizden bir parça bulabiliriz böyle bir filmde. Kendi ailesinde bir yığın çatlak olduğunu düşünenler, bu filmden sonra, kendi ailelerindeki fonksiyonsuzlukları daha normal görmeye başlayabilirler. Türkiye'ye geldiğinde mutlaka izleyin 'Little Miss Sunshine'i...
Elvan Demirkan
|