|
|
Sürekli şenlik yaşayan kentler
Çek Cumhuriyeti'nde geçirdiğim 10 günlük geziden yeni döndüm. İzlenimlerimi yazmaya çalışacağım (ama biraz sağlığımın da zorunlu kıldığı kısa bir tatilden sonra). Ancak bu hafta temel bir izlenimim yazmak istiyorum. Turizm mevsiminin tam ortasında olduğumuz ve konunun bizde de tartışıldığı şu günlerde... Avrupa'nın turistik kentleri gitgide büyük ve sanki bitmeyen bir şenliği yaşayan merkezlere dönüşüyor. Kimi önemli olaylarda bu doruğa çıkıyor. Örneğin Prag kentinde geçirdiğimiz son gece, FIFA Dünya Kupası finaline rastladı. Prag'ın ünlü eski meydanındaki şenlik görülecek şeydi. Meydanın ortasında kurulan sahnede saatler öncesinden 'rock' ağırlıklı bir müzik şöleni başladı. Sonra maç dev ekranlardan verildi. Ve koca meydanı dolduran inanılmaz bir gençlik kitlesi, maç öncesinde, sırasında ve sonrasında öylesine eğlendi, öylesine keyifli bir gece yaşadı ki, sorma gitsin... Ama böylesine özel olayların dışında da, Avrupa kentleri hemen her zaman büyük bir şölen havası yaşıyor. Öncelikle bu kentler, tümüyle onarılmış tarihsel altyapılarıyla, yine tümüyle aydınlatılmış mimari hazineleriyle, büyük ölçüde trafikten arındırılmış tarihsel merkezleriyle, kesin biçimde sağlanmış güven duygusuyla, sanki birer büyük ve canlı müze, bitmeyen bir gezi alanı... Günün ve gecenin her saatinde insanlar canlı bir nehir gibi sokaklardan akıyor, yiyip içiyor, gülüp eğleniyor, alışveriş yapıyor. Ve o kentler turizme yaptıkları yatırımı çok fazlasıyla geri alıyor. Uygar dünyanın gidişatı bu; eski kentleri birer görkemli gezi ve eğlence parkı haline getirmek... Bizde bu henüz yok. Hiç yok değil; diyelim ki Taksim veya Kızılay meydanlarının, Antalya veya Bodrum'daki kimi mekânların yaz boyu büyük kalabalıkları karşılayan eğlencelere açık olduğu biliniyor, görülüyor. Ama kentlerimiz yine de buna açık değil. Bunun ne altyapısı var ne eğitimi ne görgüsü... Ne tarihsel altyapı yeterince hazırlanmış ne trafik olabildiğince dışlanmış ne insanlarımız böylesine bir olay için yeterince eğitilmiş... HAYAL BU YA! Elbette Türkiye'nin aynen Avrupa, giderek Batı gibi olması beklenemez. Hele İstanbul gibi dev bir kenti, tüm nüfusu (10 küsur milyon) İstanbul kadar olmayan bir Çek Cumhuriyeti ile kıyaslamak da abes... Üstelik biztemelde bir 'Müslüman- Doğu toplumu' olma özelliklerimizi koruyoruz. Batı tarzı bir büyük eğlence terbiyesini, hoşgörü kültürünü edinmemiz kolay değil. Ama yine de ne iyi olurdu... Diyelim ki İstanbul'da Sultanahmet'ten Edirnekapı'ya uzanan tüm bir tarihsel alan, Haliç'in iki yanında, Galata ve Unkapanı, hatta Haliç köprüleri arasındaki alan büyük bir gezi alanı olarak düzenlense... Aynı şey, Beyoğlu ve Galata'yı içine alacak şekilde öte yakada da yapılabilse... Antalya'da, işini bilen ve seven başkan Menderes Türel'in geçenlerde Hürriyet'e verdiği röportajda söz ettiği biçimde, o beton ormanında vahalar açılabilse, söylediği gibi kimi kamu binaları yıkılıp yerlerine yeşil alanlar, gezi parkurları yapılabilse... Ve aynı şey Kapadokya vadisinden Aktamar adasına, Sümela manastırından Nemrut tepesine, Diyarbakır suriçi bölgesinden Konya Alaaddin tepesine tüm ülkede yaygınlaşsa... Hayal bu ya... Ama hayal etmek yasak mı?
|