| |
Hem Araplara hem Amerikalıya karşı olmak...
Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın Türkiye ziyareti, bir kesimin Suudiler'e, daha geniş bir kesimin de Araplara karşı ne kadar tepkili olduğunu yeniden gösterdi. Bu arada Osmanlı geçmişimizi hatırlayıp, "Biz neydik, bunlar neydi" çizgisinde iç geçirenlerin sesleri de duyuldu. Şu andaki kamuoyunun içinde bulunduğu kafa karışıklığı açısından, bu tür tepkiler tabii ki doğaldır. Eğer Kral Abdullah yerine Amerika'dan veya Fransa'dan bir yönetici gelseydi, ona ve ülkesine karşı tepkiler de mutlaka seslendirilecekti. Sanki Rusya'dan bir yönetici geldiği zaman "Bize doğalgazı neden pahalı satıyorsunuz" diye soranlar çıkmıyor mu? Ya da Türkiye'yi ziyaret eden bir Yunanlı yönetici Fener Patrikhanesi'ni ziyaret edince, belirli bir kesimin aklına "Bunlar hala megalo ideanın peşinde" kuşkusu gelmiyor mu? Açıkçası çok sesli toplumumuzun düşünce derinliklerinde Arap'a da, Amerikalıya da, Avrupalıya da, Rus'a da karşı öfke ve tepki var.
DEVLET FARKLI Bereket bu düşünceler devletin iç ve dış politikasına yansımıyor. Engin tarihten gelen bilgi birikimi, hem içeride, hem dışarıda farklı olanlarla birlikte barış içinde yaşamak zorunluluğunu, öncelikli politika olarak belirliyor. Çünkü içeride farklı olanların tasfiye edildiği ve dış dünya ile de gerginlik politikalarının izlendiği her dönemde, hem devlet bunalımlara sürüklendi, hem de halk yoksullaştı, güvensizleşti. Daha ötesi var mı? Osmanlı İmparatorluğu çöküp, dağıldı. Cumhuriyet Türkiyesi'nin topluma getirdiği en önemli duygu "Kendine güvenmek" tir. Bu duyguyu benimsemiş bir Türk'ün, mesela petrol zenginliği yüzünden veya özel uçakları dolayısıyla, bir Suudi kralına karşı kompleks duyması mümkün değildir. Çünkü topraklarında petrol veya benzer bir kaynak olmayan Türkiye, emeği ile fabrikalar, barajlar kurmuş, kendi eğitimli kadrolarını yetiştirmiş, bölgenin demokrasiye ve istikrara sahip ağırlıklı ülkesi konumuna gelmiştir. Endüstrisi, ticaret hacmi, eğitim kurumları, ordusu, potansiyel gücü ile Suudi Arabistan'dan her açıdan daha zengindir Türkiye. Suudi Kralı'nı neden böyle görkemli törenlerle karşılıyoruz diye kompleks duymanın, bugünün akılcı dünyasında bir anlamı olabilir mi? Eğer Suudiler Türkiye ile ekonomik işbirliği yapmak istiyorsa, bu sadece iki ülkenin ortak çıkarlarının gereğidir. Kimse kimseyi satın almamaktadır yani.
HERKES AYNI Neticede ABD de, İngiltere de, Çin de, Suudi sermayesini çekmek için ellerinden geleni yapar. Eski İngiliz Başbakanı Bayan Thatcher'in başını örtüp eski Kral Fahd'a İngiliz mallarını satmaya çalıştığını hatırlamayan var mı? Ya da Londra'daki en değerli emlaki Suudi zenginleri satın alırken, İngilizler "Vatan elden gidiyor" diye mateme mi girdiler? Ne oldu sonra? Suudiler inişe geçtiği için onların Londra'daki taşınmazları satışa çıkarıldı ve bunları şimdi Rus zenginleri daha yüksek fiyatla alıyor. Yani İngilizlerin malları değerleniyor. Aynı anda hem Araplarla, hem Avrupalılarla, hem Amerikalılarla iyi ilişkileri sürdürmek ve içeride de farklı olanların ortak niteliklerini ön plana çıkartan bir politika izlemektir siyasette hüner. Ama şu anda Türkiye'de Baasçılığa özenenler de, ırkçılığı savunanlar da var. Bazıları dünyadan kopmuş, herkesi tehdit ve tehlike olarak kabul eden, müttefikleri düşman olarak gören bir eğilimin sözcüleri Bunlar şiddeti siyasetin aracı olarak görmedikleri sürece, varlıkları çoğulcu demokrasinin yansımaları olarak kabul edilecektir.
ÖZAL OLAYI Ama biliyoruz ki toplumun derin bilincinde ve devlet yönetiminde, bu yansımalar etkili olamıyor. Ama yine de bazı görüşlerin hala var olması insanı şaşırtmıyor değil. Bunları Turgut Özal döneminde aştığımız sanılıyordu. O döneme kadar insanların döviz sahibi olmaları da suçtu. Devletten başka kimse radyo ve televizyon yayıncısı olamazdı. Yurtdışına çıkmak Merkez Bankası iznine bağlıydı. Kimse de "Komşularımızla ticaretimizi nasıl artıracağız" meselesini fazla düşünmezdi. Zaten ne turizmde, ne endüstride, ne de hizmetlerde dışa satacak bir ürünümüz vardı. Özetle, dış dünyadaki her olguya karşı kompleks duyan veya kuşkulanan görüş sahiplerinin, 2006 yılında da seslerini yükseltmelerini doğal karşılasak da, şaşırmadan edemiyoruz.
|