|
|
|
|
|
Ahmet Bey ve babası
|
|
Ahmet Ertegün'ü anlatmak için yola çıktık ama peş peşe akın eden çağrışımlar sonucu babası Münir Ertegün sayfamıza damgasını vurdu. Umarım hem okurlarımız anlayışla karşılar, hem de portremizin esas kahramanı olan Ahmet Ertegün.
Yaşayan Türkler'in en ünlüsü olarak gösterilen Ahmet Ertegün, bu ay sonunda 83'üncü yaşını kutluyor. Onunla birlikte yüzmilyonlarca caz ve 'Blues ritm' tutkunu da. Ahmet Ertegün, 31 Temmuz 1923'te İstanbul'da dünyaya geldi. Doğumunda ne yazık ki babası hazır bulunamadı. Çok ciddi, geçerli, hatta tarihi bir mazereti vardı. Ya da diplomatik ifadeyle 'Force majeur' bir gerekçesi. Zirveye çıkardığı sanatçılardan ABD'deki nüfuzlu dostlarına, caz ve blues sevdalılarından siyasi şahsiyetlere kadar çok geniş bir çevre, Ahmet Ertegün'ü bu yaşgününde maddi ya da manevi armağana boğacak. Bizim de çam sakızı çoban armağanı bir katkımız olsun. İşte tüm Türk medyasında belki yüzlerce kez okuduğunuz, kopya kağıdıyla çoğaltılmış gibi aynı soruların yöneltildiği, onun da bıkmış, bezmiş bile olsa belli etmeden aynı yanıtları verdiği Ahmet Ertegün röportajlarında ortaya çıkan -biraz mekanik- portreden farklı bir deneme. Ahmet Ertegün'ün ve okurlarımın affına sığınarak... İngilizler'in baskısıyla 17 Ekim 1920'de istifa eden Damat Ferit Paşa'dan sadaret mührünü devralan Tevfik Paşa'nın ilk işi Mustafa Kemal'le temasa geçmek oldu. Telgraf başında günlerce süren müzakerelerden sonra iki hükümet temsilcilerinin Bilecik'te buluşmasına karar verildi. Taraflar 5 Aralık 1920'de Bilecik tren istasyonunun bir odasında bir araya geldiler. Mustafa Kemal'e Miralay İsmet (İnönü) Bey eşlik ediyordu. Bilecik'e bir gün önce gelmiş olan İstanbul heyetinde ise Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Dahiliye Nazırı Müşir Ahmet İzzet Paşa yer alıyordu. Ahmet İzzet Paşa, 14 Ekim 1918 ile 1 Kasım 1918 arasında sadrazamlık yapmıştı. Şanssızlığına bakın; sadece 28 gün süren o hükümet Osmanlı'nın sonunu getiren Mondros Mütarekesi'ni imzalamıştı. Atatürk ileride, Nutuk'ta o buluşmayı anlatacaktı: "Görüşme şöyle geçti: Ben, ilk söz olarak, 'TBMM ve Hükümeti Başkanı' diye kendimi tanıttıktan sonra 'Kimlerle müşerref oluyorum' dedim. Salih Paşa maksadımı kavrayamadığı için, kendisinin Bahriye, İzzet Paşa'nın da Dahiliye Nazırı olduğunu söylemeye çalışırken, ben derhal, İstanbul'daki hükümeti tanımadığımı, o hükümetin nazırları sıfatıyla görüşmek isterlerse, masaya oturmayacağımı bildirdim. Kimlik ve yetki sözkonusu edilmeden görüşülmesinde uzlaşmaya vardık." Atatürk'ün "Kimlerle müşerref oluyorum?" diye sorduğu heyette, Salih ve İzzet paşaların yanı sıra Ziraat Nazırı Hüseyin Kazım Bey, Hoca Fatin Efendi (Kandilli Rasathanesi'nin kurucusu), elçi Cevat Bey ile Hariciye Nezareti Hukuk Müşaviri Münir Bey vardı. Mustafa Kemal birkaç saat süren görüşmeden sonra İstanbul heyetinin bağımsızlık mücadelesiyle ilgili yeterli bilgiye bile sahip olmadığını anladı. Ayağa kalkıp "Daha fazla konuşmaya gerek yok," dedi ve ekledi: "Ancak kusura bakmayın, İstanbul'a dönmenize izin veremem. Hep birlikte Ankara'ya gidiyoruz."
İSTANBUL HEYETİ İSTİFALARI İstanbul heyeti, Birinci İnönü Savaşı'nı (6- 10 Ocak 1921) ve onu izleyen gelişmelerini Ankara'dan izledi. Ancak İstanbul gözlerinde tütüyordu. Mustafa Kemal'e uzun süre dil döktüler. Sonunda, Tevfik Paşa kabinesinden istifa etmeleri ve İstanbul'da bir daha resmi görev üstlenmemeleri koşuluyla izin verildi. Başta sözlerini tutup İstanbul'a varır varmaz istifa ettiler. Ama kısa süre sonra başka bakanlıklarla hükümete geri döndüler. Mustafa Kemal, özellikle 2'nci Ordu Komutanlığı'nda selefi olan Ahmet İzzet Paşa'nın sözünden caymasına çok içerledi. Nutuk'ta "Ahmet İzzet Paşa ekmeği ve nimetiyle yetiştiği Türk milletinin içinde kalarak, ona en acı ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahdettin'in hizmetinde olmaya tercih edemedi," diyecekti. (Ahmet İzzet Paşa vatanın kurtuluşunu gördü, Cumhuriyet rejiminde Furgaç soyadını aldı ve 1937'ye kadar yaşadı.) Yine Atatürk'ün ifadesiyle "Ulusal ilkeleri kabul etmeleri koşuluyla Ankara'da kendilerine görev verilebileceği önerilerini kabul etmeyen, hatta bir kez olsun TBMM'nin kapısından içeri adım atmayan," İzzet ve Salih paşalar dönüş hazırlığı yaparken, heyet üyelerinden Hariciye Nezareti hukuk müşaviri Mehmet Münir Bey, Mustafa Kemal'in huzuruna çıktı: "Kabul buyurursanız, ben burada kalıp milli davamıza hizmet etmek istiyorum efendim." Atatürk çok duygulandı.
MİLLİ MÜCADELE YILLARI Tam da o günlerde, Birinci İnönü zaferinin etkisiyle, İtilaf Devletleri (Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri; yani İngiltere ve Fransa), Sevr Antlaşması'nda ufak-tefek değişiklikler yapmak için 21 Şubat 1921'de Londra'da konferans düzenlemeye karar verdiler. Toplantıya hem İstanbul hem de Ankara hükümetleri katılacaktı. Sadrazam Tevfik Paşa, 27 Ocak 1921'de Mustafa Kemal'e öneriyi iletti. Bekir Sami Bey başkanlığındaki Ankara heyeti 6 Şubat'ta Antalya'dan bir İtalyan gemisiyle Brendizi'ye gitti. Oradan Roma'ya geçti ve İngiltere'ye bir nota verdi: "Türkiye'de tek yetkili merci TBMM'dir. Doğrudan davet edilmedikçe Londra'ya gelmeyeceğiz." Başbakan Lloyd George, İtalya aracılığıyla Ankara'yı tek temsilci olarak konferansa çağırmak zorunda kaldı. Konferansın başlamasından bir hafta sonra 27 Şubat'ta Londra'ya ulaşabilen Türk heyeti, Sevr Antlaşması'nı tanımadığını bildirince, görüşmeler 12 Mart'ta noktalandı. Ankara'nın Batı'ya gönderdiği işte bu ilk heyette Münir Bey de yer alıyordu. Münir Bey, 1882'de İstanbul'un seçkin ailelerinden birinin oğlu olarak dünyaya gelmişti. Babası evkaf (vakıflar) nazırlarından Mehmet Cemil Bey'di. Annesi ise Sultantepe'deki ünlü Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Bey'in kızı olan Ayşe Hamide Hanım. Üsküdar'da Hacı Hesna Hanım Mahallesi'nde, Selvili Köşk Sokağı'nda bulunan Özbekler Tekkesi'nin ilginç bir tarihçesi var. 1752-1753 yıllarında Maraş Valisi Abdullah Paşa tarafından Çağatay, Türkmen ve Özbek hacı adaylarının konaklaması için kuruldu. O dönemde Orta Asya Türkleri hacca İstanbul üstünden gidiyorlardı. Halife padişahın hayır duasını almak için. Nakşibendiliğe bağlı, sesli zikri benimseyen, son döneminde Halidi kolunu temsil eden, ilerici fikirlere açık tekke, Kurtuluş Savaşı'nda önemli rol oynadı: Payitahtta işgale direnişin ilk örgütü olan Karakol Cemiyeti'ne katılarak Kuvay-ı Milliye'ye gönüllü ve silah gönderilmesinin merkezi oldu. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Celal Bayar, Halide Edip Adıvar, Mehmet Akif Ersoy, Ali Fuat Cebesoy, Hamdullah Suphi Tanrıöver başta olmak üzere Milli Mücadele'nin nice önemli siması Özbekler Tekkesi'nin yardımıyla İstanbul'dan Ankara'ya geçti. Tekkenin o yıllardaki şeyhi Ata Efendi'ydi. Peki kimdi hukuk öğrenimi görmüş olan Ata Efendi? Münir Bey'in kardeşi! (Mason olduğu iddia edilen Ata Efendi'nin torunu günümüzde bir başka alanda yıldız: Ali Taran. Türk reklamcılığının en ünlü isimlerinden Ali Taran'ın annesi, 1936'da vefat eden Ata Efendi'nin kızıydı.) Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra da Özbekler Tekkesi'ne hoşgörülü davranıldı. İnsana huzur veren bu mekânın sanat merkezi olarak faaliyetini sürdürmesi sağlandı. Tekke başta tarikat musikisi olmak üzere birçok sanat dalına nice üstad yetiştirdi. Örneğin, Güzel Sanatlar Akademisi'nin ebru sanatı kürsüsünün tüm hocaları mutlaka Özbekler Tekkesi'nin rahle-i tedrisinden geçti. Münir Bey, 1908'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu ve Hariciye Nezareti'nde müşavir olarak göreve başladı. Osmanlı idaresinin en saygın mesleklerinden biriydi hariciyecilik. Yani diplomatlık. Gerek köklü ve de saraya epey kadro yetiştirmiş ailesinin ağırlığı, gerekse mesleğinin gücü sayesinde iyi bir evlilik yaptı: Şirket-i Hayriye idarecilerinden Rüstem Bey'in kızı, Dar-ül Muallime (kız öğretmen okulu) mezunu Hayrünnisa Hanım ile hayatını birleştirdi. İlk çocuğu, Nasuhi Bey, 26 Kasım 1917 tarihinde dünyaya geldi. Birinci Dünya Savaşı'nın en civcivli günlerinde. Münir Bey, İstanbul hükümeti nazırlarıyla birlikte geldiği Ankara'da Mustafa Kemal'e "İzniniz olursa burada kalmak ve kurtuluş savaşımıza hizmet vermek istiyorum," derken, eşini ve oğlunu işgal altındaki İstanbul'da bırakmayı göze alıyordu. Londra Konferansı dönüşü Milli Hükümet'in Hariciye Vekaleti'nde başhukuk müşavirliğine getirilen Münir Bey, Lozan barış görüşmelerinde de Türk heyetinde yer aldı. Kapitülasyonların kaldırılmasından Osmanlı borçlarına kadar birçok çetrefil konuda İsmet Paşa başkanlığındaki heyetin müzakerelerden başarıyla çıkmasında çok önemli rol oynadı. 24 Temmuz 1923'te Lozan'da antlaşmanın imzalanmasının ardından Münir Bey'in Türk heyetiyle Ankara'ya döndüğü günlerde, İstanbul'dan bir müjde geldi: Hayrünnisa Hanım, ikinci çocuklarını dünyaya getirmişti. Yine erkekti. Adını Ahmet koydular. Lozan Antlaşması ile Cumhuriyet'in ilanının arasına sıkışan günlerde, 31 Temmuz'da dünyaya gelen o erkek çocuk, Ahmet Ertegün'dü. (Münir Bey ile Harünnisa Hanım'ın daha sonra bir çocukları daha oldu. Bu kez kız. Selma adını verdiler.) Münir Bey (soyadı yasası çıkınca Ertegün'ü seçti) daha sonra Dışişleri'nde görevi sürdürürken Atatürk'ün çok önem verdiği ve "Cumhuriyet'in aydınlık hukukçuları buradan yetişecek," dediği, 1925'te öğrenime başlayan Mekteb-i Hukuk'ta da (İlerde Ankara Üniversitesi'ne bağlı Hukuk Fakültesi olacaktı) uluslararası hukuk dersi verdi. Ve daha sonra da dış görevler. Dünyanın en seçkin başkentlerinde büyükelçilik. Bern, Paris ve ardından 1934'te Washington. ABD başkentinde 11 yıl Türkiye'yi temsil etti Başkan Franklin Roosevelt ve halefi Harry Truman'la ailecek görüşecek kadar yakınlık kurdu. Öyle bir yakınlıktı ki bu, Münir Bey vefat ettiğinde eşi Hayrünnisa Hanım'a ilk "Başınız sağolsun," ziyaretini Başkan'ın eşi Eleanor Roosevelt yaptı. Münir Bey'in Washington yıllarında delikanlılık yaşlarına ulaşmış oğulları Nasuhi ve Ahmet caz müziğine ilgi duymaya başladılar. O dönemde ABD'de ırk ayrımcılığı en katı biçimde uygulanıyordu. Nasuhi ve Ahmet Ertegün ise büyükelçilik rezidansında siyah müzisyenlerin baş tacı edildikleri partiler veriyordu. Sonunda bu partiler, daha doğrusu siyah konukları, ırk ayrımcılığının beşiği güney eyaletleri senatörlerinin tepkisini çekti. Kongre ve Beyaz Saray aracılığıyla Münir Ertegün'e taleplerini ilettiler: "Siyahlar'ı hiç değilse ön kapıdan almayın." Büyükelçi'nin cevabı şikayetçi senatörlerin bile kanını dondurdu: "Türkiye'de dilenciler bile ön kapıdan alınır." Uzatmayalım. Münir Ertegün, 1944'te kalp krizinden öldü. İstanbul'a gömülmeyi vasiyet etmişti. Ama cenazesi iki yıl ABD başkentinde bekledi. Roosevelt döneminde son nefesini veren Ertegün, Truman'ın başkanlığı sırasında vatan topraklarına kavuştu. Jeostratejik dengelerin değişmesi sayesinde.
TÜRKİYE, ABD'DEN YARDIM İSTEDİ İkinci Dünya Savaşı'nın sonrasında Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki saldırmazlık ve dostluk paktının süresi doldu. Stalin, anlaşmayı yenilemek için ağır koşullar öne sürdü: Kars ve Ardahan'ın verilmesi gibi. İsmet İnönü liderliğindeki Türkiye, o güne kadar sürdürdüğü denge politikasını bir yana bırakıp ABD'den yardım istedi. Başkan Truman çağrıyı yanıtsız bırakmadı. Tam tersine Stalin'e son derece güçlü bir cevap hazırladı: İkinci Dünya Savaşı'nın Pasifik cephesinde nice 'kamikaze'nin çakılıp batıramadığı, sonunda Japonya'nın kayıtsız şartsız teslim anlaşmasını imzaladığı Missouri zırhlısını Türkiye'ye göndermeye karar verdi. Meşru bir gerekçesi de vardı: Büyükelçi Ertegün'ün cenazesini vatanına götürmek. 5 Nisan 1946'da İstanbul'a ulaşan ve olağanüstü törenle karşılanan Missouri'nin bu ziyareti, Türk-Amerikan ilişkilerinde dönüm noktası oldu. Kurtuluş Savaşı'nda Kuvay-i Milliye'nin halktan toplanan paralarla bedelini peşin ödeyeceği silah ve mermi siparişini reddeden ABD, artık Türkiye'nin en büyük dostu ve müttefikiydi. Missouri'den deniz piyadelerinin omuzlarında hüzünlü bir törenle indirilen Metin Ertegün, Özbekler Tekkesi'nin arka bahçesinde, dedesi Şeyh İbrahim Ethem Efendi'nin de bulunduğu kabristana defnedildi. (Ertegün'ün cenazesini taşıyan Amerikalı askerlerden biri Türk'tü: Necdet Hayat. 1913'te Balkan Savaşları sonrası Ahmet ve İhsan adlı arkadaşlarıyla ABD'ye göç etmişti. Amerikan vatandaşlığını elde etmiş ve orduya girmişti. Missouri zırhlısını İstanbul'a gönderme kararı verilince, Türk yetkililerle daha kolay temas kurulmasını sağlamak için o da görevlendirilmişti. Nice yıl sonra İstanbul'u tekrar gördüğünde yaşı 60'a varmıştı.) 1972'de İstanbul'da vefat eden eşi Hayrünnisa Hanım ile 1989'da New York'ta son nefesini veren büyük oğlu Nasuhi Ertegün de tekkenin mezarlığında, Münir Bey'e yakın kabirlerde son uykularına daldılar. Türkiye'yle ilgisi Bodrum tatilleriyle sınırlı olan Cumhuriyet ile yaşıt Ahmet Ertegün işte böylesine köklü ve tarihimizin en kritik kavşaklarında böylesine hayati rol oynamış bir aileden geliyor. Nice yıllara Ahmet Bey...
|
|
|
|
|
|
|
|
|