İktidar ve hukuk Çelik ve Aleviler
İktidar olmak, hukuka saygı duymamak anlamına gelmez. Muhalefetteyken hukuksuzluktan çekenlerin hukuka daha fazla bağlanmaları gerekir. Ancak Türkiye'de iktidara gelenler hukuku hızla kendi çıkarlarına yontma veya yönlendirme alışkanlığından kendini kurtaramıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Alevilere zorunlu din dersi olamayacağına ilişkin kararına Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in tepkisi ve siyasi partilere yardım konusu bunun en çarpıcı iki örneği. Çelik, Alevilerin zorunlu din dersine girmemeleri için bir formül önermiş, "Alevilerden kendilerini Müslüman olarak görmeyenler böyle bir dilekçe verirse, dersi almaz" yorumu yapmış. Çelik'in ilk başta belirttiği gibi, yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülkede insanlar böyle bir tavır gösteremez. Asıl önemli olan Çelik'in bu tavrının Anayasa ile temelden çelişmesi. Anayasa'nın 24'üncü maddesi çok net bir şekilde, "Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz" der. Çelik, Anayasa'nın bu açık hükmüne rağmen, insanları dini inançlarını açıklamaya zorlayan bir tavır içine girmekte bir sıkıntı görmüyor. Laiklik ilkesine gerçekten farklı bir yorum getiriyor. Kilise ve Yahudi geleneğinin "toplum dışına çıkarma" gibi bir kuralı vardır. Çelik, insanları böyle bir sopayla ürkütüp kimlik açıklama yoluna zorlamak, açıklayanları toplum dışına itilme tehdidiyle karşı karşıya bırakmak istiyor. Bu, dini inançları öne çıkararak kişi hak ve özgürlüklerini açıkça ihlal anlamına geliyor ama Çelik işin bu yönüne bakmıyor. O, Sünni oy tabanına mesaj yollamaktan memnun. Bu anti-demokratik hatta daha ileri giderek söyleyeyim, faşizan bir tutum. Demokratik bir ülkenin siyasetçisine hiç yakışmıyor. İktidarın hukuku kendi çıkarına yorumlamasının, giderek değiştirmesinin diğer bir örneği siyasi partilere yardım. Anavatan'ın tek başına iktidar olduğu dönemde Siyasi Partiler Kanunu'na eklenen geçici 16. madde ile, seçimlere girme hakkını elde edecek şekilde teşkilatlanmış olmak kaydıyla, belli sayıda milletvekiline sahip siyasi partilere devlet yardımı yapılması olanağı getirilmişti. Bugün iktidarda olan AK Parti de bu yardımdan yararlanmıştır. Üstelik, kurulduğu 2001 ile 2002 yılında henüz herhangi bir seçime girmediğinden, belli sayıda milletvekiline sahip olma şartını kullanarak bu yardımı almıştır. Hatta Tayyip Erdoğan, atv'de katıldığı Seçim Meydanı'nda bu konuda şu yorumu yapmıştı: "Biz parlamentoya da girmek durumundaydık. Kapımızı açtık. Bağımsız milletvekili arkadaşlarımızdan daha sonra katılımlarla filan, toplam 53 arkadaşımız aramıza katıldı. Bunu yapmak zorundaydık. Niye? Kendimizi anlatmamız gerekiyordu. Kaldı ki, bir başka yönde hazine yardımı alacaktık." Anavatan'ın sağladığı olanakları da kullanarak iktidara gelen Erdoğan'ın ilk icraatlarından biri, Anavatan'a bu olanağı kullandırmamak için yasa değişikliği yapmak oldu. Hem de Anavatan bu yardımı alacak sayıda milletvekiline sahip olduğu zaman. Üstelik, bu yasayı geçmişe uygulayarak Anavatan'ın hak ettiği yardıma da el koymak suretiyle. Bunlar, AK Parti'nin iktidara gelince partisinin adında olan "adalet" duygusundan uzaklaştığının göstergeleri. Adalet duygusundan uzaklaşmanın kimseye yarar getirmediğini bildiği, gördüğü ve yaşadığı halde...
|