Haziranca...
Bu haziranı sevmek mümkün değildir artık. Vefasızlık gibi olur belki bunu söylemek. Unutmuşuzdur. Ne ölçüsüz sevinçler de yaşamızdır kaç haziranda kim bilir? Lakin... Bu haziran, "kişisel" hatıralarımızda derin bir acıyla anılacaktır işte Bir an evvel bitmesi dileğimizdir; boynunu büküp çıkıp gitmesi takvimlerin kapısından... Bir an önce ve sessiz-sedasız...
Bu Sezen yaman kadın... Kelimeleri şarkı: "Ölüm kimseye yakışmaz... Hele sevenleri, yakınları için... Belki haksızlık ama, Tanrı'nın bazı kullarına biraz daha vakit tanımış olmasını istemeden edemiyor insan. Ne zaman gelse erken ve vakitsiz oluyor gitmeleri; anlaşılmıyor!" Öyle, ne zaman gelse "erken ve vakitsiz!" Anlaşılmıyor. Bunu, yüreği haziran güneşinde öksüz çocuk olup yanarken, daha iyi fark ediyor insan. Ahh şu haziran... Bir de memleketime "umut" resmi diye sunduğu var ki, kriz havasıyla beslenen yaz sıcağında: Eski albümlerden sararıp solmuş fotoğraflar her biri... Siyaset böyle bir şey demek ki... Sormuyor saatin kaç olduğunu, yormuyor. Oysa, haziran son demleridir şimdi çalışanların mesai zamanlarının... Çocuklar son sınavlara girip, bir an önce bir yerlere kaçıp gitmenin telaşındadır. Haziran tatile gitme vaktidir ruh saatinin; "tatilden dönme zamanı" değildir asla. Biz ne kadar yorgunuz oysa. Gözümüz kapıda... Çıkıp gitsek bir an önce şu kapıdan diyoruz. Bir de ciğerinizi yakan öksüzlük varsa! Sorma!..
Bunaltan sıcaklar, ölüm, acısı, siyaset sancısı... Nereden nereye geldik, şu haziran yazısında. Sezen'in -ve aslında şu koca evrenin-yitirdiği bir dostunun ardından söylediği o veda mektubuyla: "Ne zaman gelse; erken ve vakitsiz oluyor gitmeleri!.." Asıl o veda mektubunun yazıldığı adamdan söz etmekti niyetimiz. Evet, yaşarken evreni zenginleştiren, belli ki ölümüyle fukara kılacak olan adamdan... Dünya, Arif Mardin'i yitirdi. Biz de, çoğunuz gibi; uzaktan ve yaptıklarıyla bilirdik bu müzik sihirbazını. Özel bir tanışlığımız, dostluğumuz yoktu yani. Vaktiyle New York'ta, Ahmet Ertegün'ün ofisinde kısa bir görüşmemiz olmuştu, o kadar. Yıllardır "Atlantik" ötesinde yaşıyor olmasına karşın, Türkçe'yi aksansız konuşması şaşırtmıştı bizi önce. Bir de, onca dünya starının arkasındaki "imza" sanki o değilmiş gibi sergilediği kalender duruşu kalmıştı hafızamızda. "O" nu elbette yakından tanıyanlar, arkadaşları, dostları müzik yoldaşları uzun uzun anlatacaktır. Diyeceğimiz başka bir şeydir şu "karmaşık haziran" yazısında: Sezen'in deyişiyle "erken" giden adamın; aslında şarkısını bitirmeden gittiğini söylemektir niyetimiz. Ve demektir ki özetle: Ne mutlu son notayı bağlamadan gidene! Hayatını müziğin okyanusunda seyrederek geçiren adam, ağır hastalığı sırasında bir şiirin bestesine başlamış. Şimdi oğlu bitirecekmiş "yarım kalan beste"yi... Son noktayı ve son notayı koyup da gitseydi; belli ki bu evrende macerasını tamamlamış bir adamın, son şarkısı olarak anılacaktı arşivlerde o son bestesi de. Şimdi, ölümden sonra da "devam eden bir şarkı" vardır ki; beyaz bir yelkenli gibi süzülüp gitmektedir okyanusun maviliklerinde.
Ahh hüzünlü haziran!.. Çıkıp gideceksin işte birkaç gün içinde. Lakin... Yitirdiklerimizin yarım kalan "şarkı" ları devam edecek yine. Hiç değilse bunu öğrettin bize.
|