|
|
Efsane gibi bir gece!
Ve Roger Waters da İstanbul'dan geldi geçti... Yıllardır "Ah, şu Pink Floyd'u da burada dinleyebilecek miyiz acaba?" diyenler gruptan umut kesmişlerdi ama bu konser galiba her şeyi sildi süpürdü, bir tek hayranlık ve mutluluğu geride bırakarak....
SABAH, 'Waters geliyor' haberini ilk gazete olarak verdiği günden itibaren, tüm biletler kapışılmış, heyecan gün gün tırmanmıştı. Ne de olsa, bir değil birkaç kuşağın hayatında, gençliğinde en derin izleri bırakmış bir müzisyenden söz ediyoruz, rock'ın gerçek kahramanlarından, 'düşünür'lerinden biri olan Waters'dan... Onun müziğe getirdiği 'tavır', siyasi bir kimliği de taşıdı içinde hep. Konserleri, besteleri insanlara hep kaygı, hüzün ve umut dolu mesajlar verdi. Neyse, dönelim önceki akşama...
VİZYONUNA YAKIŞIR DEKOR Waters hayranları günün ortasından itibaren Ortaköy- Kuruçeşme arasını mekan tutmuş, sıcağa rağmen 'bira demlenmesi' ile akşamı getirmişti. Saat 8'de caddeler insan seli ile kapandı, konser alanı bir anda doluverdi. 15 bin kişi, Sting konserindekinden çok daha büyük bir sahne düzeni ile karşılaştı. Eski Pink Floyd konserlerinde kullanılanlar kadar devasa olmasa da, Waters'ın 'vizyonuna' yakışır bir 'dekor'du bu da. Herkes oradaydı... 68'in o çokgenli ruhunu taşıyan, dünyayı ve kendilerini şu ya da bu şekilde değiştirmeye çabalamış olan herkes. Koşuşturma arasında Özkan Uğur'la karşılaştık; aynı heyecan içinde. Fuat Güner de oralarda bir yerdeydi... Bir zamanlar Pink Floyd'u Türkiye'ye tanıtmış olan Yavuz Aydar ve İzzet Öz de. İzzet, "Waters'ı provada gördüm, 33'lük kapaklarımı verdim kaptı gitti, acaba onları nasıl geri alacağım" diye gülerek söyleniyordu. Konser sadece 'Dark Side of the Moon' icraatı ile sınırlı kalmadı. Waters'ın ne kadar 'zaman cömerti' olduğu bilinen bir şey. 'In the Flesh'le, havai fişeklerle açıldı gösteri ve 2 saat 50 dakika sonra gene The Wall'dan 'Comfortably Numb'la bitti. Her şey kusursuzdu, aslına sadıktı, heybetliydi. Çünkü ses düzenini dünyanın 'bir numara'sı James Khalaf yönetiyordu. O aslında bir 'gölge Waters'dır. Çünkü Waters öyle biri. Ayrıca, beraber gezdiği ekiple yıllardır çalıyor. Enfes üçlü kadın korosu geceye adeta kutsal bir nefes kattı. Uzun saçları ve vücut dili ile 'acaba Waters'ın kızı mı bu?' dedirten, ama aslında bir erkek güzeli olan gitarcı Dave Kilminster, Waters'ın eski 'silah arkadaşı' Dave Gilmour gibi tabii olamadı ama kendi ustalığına da parmak ısırttı.
HERKES EŞLİK ETTİ! İlk bölümde The Wall besteleri yanında bol bol 'Wish You Were Here' parçaları da dinledik: 'Shine On..', 'Have a Cigar', 'Welcome to The Machine' gibi. Bunların her biri, kalabalığı kendinden geçirmeye yetti! Nostalji dalgalarına kendini kaptıranlar, şarkıları Waters'la birlikte kelime kelime, nota nota söylediler. Hayranları için bu şarkıların kalplerdeki yeri çok büyük ancak Waters için 'dünyanın hali' ile ilgili şarkılar söylemek de çok önemli. Onlar çok fazla tanınan şarkılar değil ama 'ağırlık' taşıyorlar. 17 yaşındayken Türkiye'den geçerek Beyrut'a gittiğini anlattı bir ara Waters. Orada tanıştığı bir Arap ailenin ve bu yol serüveninin hayatını değiştirdiğini söyledi. Ve konserin en 'radikal' anı: Kaynayan kazan Ortadoğu'da ABD'nin savaşına lanetler okuyan, herkesi gönlünden yakalayan bir 'Leaving Beirut' dinledik. İkinci bölüm, tamamen 'Ayın Karanlık Yüzü'ne ayrılmıştı. Baştan sona, hüzün dolu bir nehir gibi aktı gitti o muhteşem yapıt. 'Breathe', 'Time', 'Money', 'Us and Them' ve diğerleri. 'Brain Damage'da Bush'u, Saddam'ı, Blair'i bize hatırlatarak... Ve sahneden fışkıran alevlerle noktalandı, derken geri döndüler, savaş aleyhtarı 'Vera'yı çaldılar. Tabii, 'Another Brick In The Wall'u da. Gecikmeli bir İstanbul randevusuydu, ama 3 saate yakın müzikle doyanlar uzun süre acıkmayacak! İstanbul'da kimseyle görüşmedi Waters, sevgilisi Lauraine'le yalnız kalmayı tercih etti. Ha bu arada İzzet Öz'ün albümlerini de imzaladı tabii. Yarın gece İsrail'de, Tel Aviv'de çalacak. Bakalım, 'Leaving Beirut'u onlar da beğenecekler mi?
YAVUZ BAYDAR
|