Almanya'da nezarete düştüm!
Geçen salı, ballandıra ballandıra anlattığım İsveç seyahatim aslında hiç de güllük gülistanlık başlamadı. Seyahatin başında öyle bir korku fırtınası yaşadım ki, zavallı bünyemde artık bu yıl başka bir şeyden korkabilecek miktarda korku kalmadı. İsveç uçuşumuz Münih aktarmalı idi. Dolayısı ile (bilemiyorum arka sokaklarda neler oluyor- Bkz: Türk pop müziği şarkısı) Avrupa Birliği'ne giriş yapacağımız yani pasaport ve vize kontrolünden geçeceğimiz yer Münih Havaalanı idi. Dört kişilik bir gazeteci grubu idik ve bizi bu seyahate davet eden Volvo yetkilileri bizi Göteborg'da karşılayacaklardı.
PUFLAMAYA BAŞLADIM Bizim grupta eski arkadaşım Tuba Noyan da vardı. Yani gazetemizin yelken üstadı Turgay Abi'nin kızı. Biz Tuba ile yolculuğun ilk bölümünü horlayarak tükettik. Münih'e indiğimizde suratımızda yeni uyanmış insanların şapşal ifadesi vardı. Tuba başka bir pasaport kuyruğuna girdi ve çabucak geçti. Sıra bana geldiğinde Alman pasaport görevlisi önce bir süre pasportlarımı karıştırdı. Bazı vizelerim önceki pasaportumda olduğu için eski pasaportum, yenisine iğneli duruyor. Ardından görevli bana sorular sormaya başladı. "Nereye gidiyorsunuz, işiniz nedir, orada masraflarınızı kim ödüyor?" gibi soruları ardı ardına sıralamaya başladı. İçimden "Abi, Allah'ın gavuru, Türküm diye başladı tacize" diyorum. Puflamaya başladım, başlayacağım. Ama adam bu soruları o kadar nazikçe soruyor ki çaresiz cevapları arkası arkasına sıralıyorum. Tabii böyle anlarda insanın hafiften çenesi düşüyor. Ben zaten hep düşük çeneli olduğumdan küçük çapta bir çene ishali hasıl oluyor.
ARKADAŞ MAĞDURUYUM Ben artık tam "aaa yeter artık" diyecekken Alman pasaport görevlisi bombayı patlattı: "Ne yazık ki sizi Avrupa Birliği sınırları içine alamam!" Nasıl yani. Benim de mi Rumlara limanlarımı, hava limanlarımı açmam gerekiyor Avrupa Birliği'ne girebilmek için? "Nasıl olur kardeşim, ben dünyayı gezmiş, modern bir X-Large Türk seyyahıyım." Cevap kısa ve netti: "Hanımefendi vizeniz iki gün sonra başlıyor!" Amanın!!! O Münih Havaalanı birdenbire başımın etrafında dönmeye başladı. Adam susmuyor: "Sizi transit bölgeye de alamam. Ya ilk uçakla ülkenize döneceksiniz, ya da iki gün burada misafirimiz olacaksınız. Şimdi lütfen beni takip edin..." O an Tuba ile göz göze geldik. Yüzü sapsarı olmuştu. "Canım merak etme ben sana temiz iç çamaşırı, börek filan getiririm" der gibi bakıyordu. Ben de ona "Tubacım, hakkını helal et, otomobilimin taksitlerini babama, kedimi kardeşime bırakıyorum, kısmet buraya kadarmış" der gibi baktım. Ardından Alman pasaport görevlisinin ardında havalimanının karanlık alt katlarına doğru ilerlemeye başladık. Beni bir odaya kapattılar. Odada sadece duvardan çıkarak açılabilen iki sandalye vardı. Kapısı açıktı ama benim kapıdaki çizgiyi geçmem yasaktı. Her şeyi bırakıp böğüre böğüre ağlamama birkaç saniye kalmıştı. Görevli biri geldi. Bana olayı yeniden anlattırdı: "Bakın sayın amirim (amirim kelimesinin İngilizcesi neydi?) ben arkadaş mağduruyum. Valla vizeyi onlar yanlış şeettiler. Ben kendi halinde bir gazeteciyim. Öyle etliye sütlüye karışmam. Allahın emri peygamberin kavliyle bir acil durum vizesi şeetseniz!"
ALLAH DÜŞÜRMESİN... Yaklaşık yarım saat süren ama vallahi birkaç yıl gibi gelen bekleyişin ardından görevli geldi ve "Bazı masrafları karşıladıktan sonra vizenizi değiştirebiliriz. Bu çok sık yaptığımız bir şey değil, valla başımızdan gidin de ne yaparsanız yapın!" tadında bir açıklama yaptı. Ben o an adama tüm krallığımı hatta 15 yılda büyük emeklerle topladığım çan koleksiyonumu bile verebilirdim... Uçağın kalkmasına 5 dakika kaldığında biniş yaptığımda Tuba'nın yüzünde bu kez "Hadi yaa! Yok artık" ifadesi vardı. İşte böyle sayın okur. Allah kimseyi öyle kara deliklere düşürmesin. Şu an hala elime pasaportumu aldığımda korkudan titriyorum... Sonra da nezaretteki sudan çıkmış fare halim aklıma geliyor ve saçma bir gülümseme kaplıyor yüzümü... NOT: Yarın öğle saatlerinde Kanal 1'de Ece Erken'in programına konuk olacağım. Orada ilk elden 'duygularımı' dinleyebilirsiniz...
|