Gayrettepe hırsızı
Geçen gün "Sessizlerin Umudu-SU" televizyonunun tertiplediği geceye katılmak için Gayrettepe'ye, Dedeman Oteli'ne gittim... Kendi arabam soyulduktan sonra yazdığım yazılara gelen tepkiler, artık bu semti "herkesin soyulduğu" yer olarak tanımlamayı gerektirecek düzeydeydi. Onun için, herhangi bir semte gider gibi gitmedim, arabayı park ederken de çok dikkatli davrandım.
*** Arabayı park etmek için caddenin en ışıklı ve görünür yerini seçtim... Arabadan indikten sonra etrafı kollamayı ihmal etmedim. Burasının Beşiktaş ile Şişli arasında sınır olduğunu biliyorum... Hırsızlıktan sonra eğer iyimser bir vatandaş gibi karakolu ararsanız Şişli Beşiktaş'ı, Beşiktaş da Şişli'yi uyarmanızı istiyor; ikisini de uyarıyor ve hiçbir sonuç alamıyorsunuz. Böylesine "serbest bölge" ilan edilen Gayrettepe'ye endişeli gözlerle baktım...
*** İş yerleri kapanmış, hava kararmıştı... Dedeman'ın yanı başında arabaların içlerine bakan genç birisine rastladım... Caddenin karşı tarafında da onunla irtibatlı olduğunu sandığım ya da vehmettiğim birisi duruyordu... İş üstünde olduklarından kuşkulandım. Kuşkum doğru muydu, kuruyor muydum tam bilemedim.
*** SU televizyonunun gecesinden ayrıldığımda, saat ilerlemişti... Otelin karşı kıyısına geçtim, sıra sıra park etmiş arabaları süze süze ilerlerken, tam benim arabamın soyulduğu yerde bu kez başka bir arabanın arka camının tuz buz edildiğini gördüm. Sanıyorum, arabanın sahibi de, benden bir iki dakika önce durumu öğrenmişti. Çaresizlik içinde arabasına bakıyordu. Soygunzede dayanışması içinde, daha tecrübeli biri olarak sordum: - Ne çalmışlar? Beklediğim cevap geldi: - Çantayı almışlar...
*** Vergilerimizle maaşlarını ödediğimiz güvenlik sisteminin pişkinliğine hayretim arttı... Gayrettepe'nin hem Şişli hem Beşiktaş karakollarının sınırında olması, buranın "hırsızlar için serbest bölge" haline gelmesinin değil, gelmemesinin bir nedeni olmalıydı. Ama inatçı bir gözün bile fazla gayret etmeden yakalayacağı araba hırsızları, bunca feryada rağmen kendi rutin işlerini rahatlıkla sürdürebiliyorlardı... Doğrusu, bu durum garibime gitti... Kağıt yığınlarıyla ve kitaplarla dolu olan arabamı soyan hırsızın okuma yazmadan hiç nasibini almadığını, o arabada soyulmaya değer bir şeyler bulacağını sanmasından anlamıştım. Bölgenin sorumluları da herhalde okuma yazma konusunda belirli bir cimrilik içindeydi... Onca dilekçe, başvuru, yazı çizi, buranın azıcık daha özenli kontrolünü sağlayamıyordu... Diyalog kısa ve hep aynıydı: - Neyi almışlar? - Çantayı...
*** Türkiye derin bir sosyolojik değişim içinde... Eskiden fabrikalara çalışmaya gelen kır sakinleri, şimdi çaresizlikten kentlere ve oraların varoşlarına göçüyor... Bunu anladık... Yoksulluk, asayişsizliği körüklüyor... Ama Gayrettepe hırsızını bu kategoriye koymuyorum... Böylesine sistematik bir hırsızlık sadece yoksullukla açıklanamaz. Tersini iddia eden, akşamüstü el ayak çekilirken bir kıyıya saklanıp etrafı kolaçan etsin... Hem hırsızları görecektir hem de malum konuşmayı duyacaktır: - Neyi çalmışlar? - Çantayı... Bunu görmeyen ve duymayanlar ise görevi görmek ve duymak olanlar.
|