Paris ihtiyarlıyor mu?
İki hafta önce, sadece Paris'in değil, Fransa'nın da simgesi haline gelmiş olan Sorbonne Üniversitesi'nin meydanı ve meydana giden tüm yollar, polis ablukası altına alınmış, demir paravanlar ardına panzerler yerleştirilmişti... Meydandaki otele gitmek için polis barikatını geçerken 12. yüzyıla geri döndüm...
***
Paris'in temeli 12. yüzyılda Kral Phillippe Auguste tarafından atılmıştı... O dönemde kapitalizmin ilk tomurcukları belirirken, şimdi benim kimlik kontrolleri yaptırarak aştığım bölge de Paris'i doğurmaya hazırlanmaktaydı... Notre Dame, dinsel işlerin merkeziydi... Politik yaşamın merkezi bugün adliye olan Kraliyet Sarayı'ydı. Entelektüel dünya ise Sorbonne Meydanı'na yerleşmişti. Quartier Latin sadece eğitimin değil, entelektüel cumhuriyetin de hayat bulduğu yerdi. Yıllarca yaşadığım bu kenti, ağustos ayında bile bu kadar ıssız görmemiştim... Place de la Sorbonne'u ise panzerler altında düşünmek en kötümserler için bile mümkün olamazdı.
***
Oteldeki odama girdim... Soluklanınca televizyonu açtım... Haberler, insanın gözünü ayıramayacağı kadar hareketliydi. Öncelikle, Sorbonne Meydanı'ndaki esnaf, polis ablukasından mağduriyetini haykırır olmuştu... Bir dernek kurarak haklarını koruyacaklarını, burasının yasak bölge ilan edilmesiyle birlikte ticareten büyük kayıplara uğradıklarını anlatıyorlardı. Ana haber bülteni, otelimizin yanı başındaki geçici komşularımızla teker teker röportaj yapıyor, haykırışlarını tüm Fransa'ya duyuruyordu...
***
Bir sonraki haber ise benim için bir efsanenin çökmesiyle eşdeğerdi... Paris lokanta demektir... Lokantaların da efsane olanları vardır... Bu efsanelerden birinin adı da La Tour D'argent'dı... Kategori dışı bir lokanta sayılıyordu... İmparatorların sofrası sanki orada kuruluydu... Kaz ciğerinden istakoza Fransız mutfağının prensesleri orada sanki bir başka tattaydı. Haberleri izlerken, bu simgeleşmiş tarihi lokantanın iki yıldızından birini kaybettiğini, dünyanın en ünlü gezi rehberlerinden sayılan Michelen'in lokantayı artık eski debdebesinde bulmadığını işittim... Bu gelişme üzerine şef de lokantadan ayrılma kararı almıştı... Haberi, röportajı, analizi dinledim... Lokanta yönetimi boş yerlerinin olmadığını, geleneksel müşterilerinin kendilerini yalnız bırakmadığını, desteği artırdıklarını söylüyordu... Ama nihayetinde bir yıldız gitmiş, lokanta mutfağı sıradanlaşma eşiğine doğru yuvarlanmıştı...
***
Fransız Devrimi parlaklığını yeni çağı taşımakta, Paris de cazibesini tazelemekte zorlanmakta... Çağı yakalamak zorlaştıkça zihinsel yaratıcılıkta kısırlaşmakta... Düşünce dünyası ince bir beğeni içinde sarmalanmış bir önceki çağın fikriyatını terennüm etmekte...
***
Bu çağ işsizlik çağı... Kol gücü bitiyor... Beyinsellik ise her yeri kapsamaktan ve tüm dünyayı kollarına alarak göğsüne bastırmaktan uzak... Çağa uyamayan, işsizlikten daha da çok nasibini alıyor... Fransa bunlardan biri... En çok yananlar da gençler... Kol gücüne olan talep azaldıkça, bedensel emeğin fiyatı da ucuzluyor. Ucuzlamasına direndikçe de sermaye başka diyarlara göç ediyor... Örneğin diyar-ı Çin'e... Hükümetin işsizliğin önüne geçmek ve sermayenin kaçıp gitmesini engellemek için çıkarmaya çalıştığı yasa da geçmiş alışkanlıkların direncine çarpıyordu.
***
Büyük gösterilere ben denk gelmedim... Ancak küçük köşe başı çatışmalarına rastladığım oldu. Cadde gerillalarının, banliyölerden gelen huzursuz göçmen işçi çocukları olduğu söyleniyordu... Polisin patlattığı gaz bombalarından arda kalmış dumanlar arasından bankamatiklerin tahrip edildiğini gördüm... Geceleri polis barikatını aşarak panzerler gölgesinde yattık, panzerler gölgesinde kalktık...
***
12. yüzyıldan 21. yüzyıla... Polis ablukası altındaki Sorbonne... Ağustostan daha ıssız Paris... Bir önceki çağı muhteşem bir şatafat içinde yaşayıp da gelen çağa aksak ritimle giren bu güzel ülke, bu eşsiz kent... Gençliğimin bir şenliği olan Paris, bu kez çatışmalarla ıssızlaşmıştı. 12. yüzyıldan 21. yüzyıla galiba o da artık ihtiyarlamıştı.
|