Yazar, yayıncılığın neresinde?
Türkiye Yayıncılık Kurultayı'nın ikincisi geçen perşembe ve cuma günleri İstanbul Bilgi Üniversitesi Kuştepe Kampüsü salonlarında gerçekleştirildi. Kurultay sonrası yayınlanan "Sonuç Bildirgesi" nde yer alan kimi görüşlerin altını çizmek istiyorum. Yayınlama özgürlüğü, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa'nın güvencesi altındadır; Türk Ceza Kanunu'ndaki düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen maddeler değiştirilmelidir. Türkiye'de yabancı dil, üniversitelerde değil ilk ve orta öğretimde öğretilmeli; kültürlü bir toplumun temel kurumları kütüphanelere Kültür ve Turizm Bakanlığı, kişi ve kuruluşların desteği sağlanmalı; ama devlet, tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi ders kitabı yayıncılığından vazgeçmelidir. "100 Temel Eser uygulaması ile birlikte Türk ve dünya klasiklerinin yayımında çeviri çalıntıları, intihal, kısaltma ve değişiklikler vahim boyutlara ulaşmıştır ve özgün yapıtların edebi bütünlüğü yok edilme noktasına gelmiştir" ve çok acilen önlem alınmalıdır. Bu görüşlere katılmamak elbette mümkün değil. Yalnız şunu anlayamadım: "Kurultay, yayıncı ve çevirmenlerin etik kurallara uygun faaliyet göstermesi için gerekli çalışmaları yapmak ve hukuki girişimlerde bulunmak amacıyla yayıncıların ve eser sahiplerinin işbirliği yapmasını zorunlu görür." Bu işbirliği nasıl olacak; hangi zaman ve zeminde gerçekleşebilecektir? "Eser sahibi" olarak şair ya da yazar, bu işbirliğinin neresinde durmaktadır? Örneğin, bildirgede "Kitap kitapçıda satılır" denmektedir; öyleyse gazete bayilerini kitapçıya çeviren yayınevleri bu işbirliğinin hangi kıyısında yer almakta; eser sahibi olarak yazarın ya da çevirmenin söz hakkı kaç okka çekmektedir? Adı "Yayıncılar Kurultayı" da olsa, doğrusu yazar ve çevirmenleri temsilen örneğin bir Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Enver Ercan'ın ya da PEN Türkiye Başkanı Vecdi Sayar'ın bu konudaki görüşlerini de öğrenmek isterdim.
BAHÇE GİBİ RESTORAN Epey bir zaman önce ressam Ömer Uluç ile Tünel'in bir ara sokağında ayaküstü sohbet ediyorduk; şiir ve resimden söz serçesi, dönüp dolaşıp İstanbul üzerine kondu. Uluç'un bir İtalyan arkadaşı, sanırım ikinci gelişinden sonra İstanbul'a yerleşmeye karar vermiş; bunun için de Tünel yöresini seçmiş. Gerekçesi de her nereye gitse kendisini bir "İstanbul" sürprizin karşılaması... İstanbul sevdası ve sevgisinin bir nedeni de bu olmalı... Yirmi yılı aştı Kadıköy'de oturalı... Sigarayı bıraktığım için, Göztepe'den Feneryolu'na ya da Bostancı'ya küçük yürüyüşler yapıyorum. Şaşkınbakkal'da fark ettim, bir restoranın çiçek bahçesine dönüştüğünü... Çiçek kokuları, yediğiniz yemeğin sosu; içtiğiniz kahvenin şekeri olarak yer alıyor damak lezzetinizde... Bilenler bilir "Han Cafe Restaurante"dan söz ettiğimi... Mönüsünü hamur işleri, özel soslu yemekler, hafif salatalar ve zeytinyağlılar süslüyor. Kayserili hanımların yaptığı su böreği, etli yaprak sarması ve Kayseri mantısı bunlardan birkaçı... Mutfak değil, Anadolu'nun hemen her bölgesinden ürünün yer aldığı bir halk pazarı...
*** *Ömer Uluç'un Yapı Kredi Kültür Merkezi Kazım Taşkent Sanat Galerisi'nde açılan "Aralıkta Gidip-Gelmeler" başlıklı sergisi 2 hazirana kadar görülebilecek. *Bugün 23 Nisan... Çocukların ve çocukluğumun bayramı kutlu olsun; Bilge Durbaş, senin de doğum günün kutlu olsun...
|