| |
Geçen hafta bugün...
Geçen hafta bugün, Türkiye "dünyalaşma" yolunda tarihsel bir dönemeci daha aşarak, çok önemli bir başarıya imza attı. AB ile tam üyelik müzakeresi fiilen başladı. Müzakere tarihinin alınması gibi, fiilen başlaması da gene AK Parti hükümeti döneminde oldu. Birkaç yıl önce, fiili müzakerenin başlayacağı söylense buna kimse inanmazdı, şimdi bu başarıyı bile çok önemsemeyecek yeni bir noktaya geldik. Aslında bunu da bir başka başarı saymak gerek.
Müzakerenin fiilen başlaması gibi toplumsal bir sevinç vesilesi, gene AK Parti hükümetinin taktik bir hatası nedeniyle hak ettiği coşkuyu yaratmadı. "Peynir fareliği" yapan Rum kesiminin siyasal şovu ve Kıbrıs sorunu müzakerenin başlamasını gölgeledi. Geçen hafta gereksiz bir gecikmeyle başlayan gün, müzakerenin başlamasıyla önce sevince, akşam yapılan basın konferansındaki hava nedeniyle de sıkıntılı bir hale döndü. Basın toplantısı sırasında taraflar, aynı dili konuşmayan, farklı muhakeme tarzı olan, sorun çözmede birbirine hiç benzemeyen üsluplara sahip, şöyle veya böyle bir araya gelmiş zoraki çiftlere benziyordu. Bunun sebebi ise Kıbrıs Sorunu'na yaklaşım farkıydı.
Kıbrıs Rumları'na limanları ve havaalanlarını açmak, genişletilen Gümrük Birliği Ek Protokolü'nün bir gereği. Bu tamamıyla ticari bir konu. AB'nin resmi belgelere sokarak taahhüt altına girdiği KKTC üzerindeki "ticari" ambargoyu kaldırma sözü de gene "ticari" bir konu. Ankara'nın ve Brüksel'in karşılıklı olarak verdikleri sözleri yerine getirmesi gerekmekte.
Ancak, bu ticari konunun Ankara'nın ağzında "siyasi" bir hale dönüştüğü, angajmanların yerine getirilmesinin Türkiye ile Kıbrıslı Rumlar'ın birbirlerini "karşılıklı tanıma" sı olarak algılanmaya başlandığı görülüyor. Burada bir üslup kayması var. AB, Ankara'nın ticari bir konuya siyasal bir bakışla yaklaşımını anlamıyor. Hükümet ise teknik bir konuyu, siyasal bir başarı haline dönüştürme ısrarında. Bu garip diyalog bir sonraki adımı yokuşa sürecek gibi.
Limanları ve havaalanlarını Rum mallarına açma, buna karşı AB'nin KKTC üzerindeki "ticari" ambargoyu kaldırması kendi içinde tutarlı bir paket. Hatta bunlara bizim TIR'lara konulan "kotalar" da dahil edilebilir. Nitekim Abdullah Gül geçen pazartesi konuyu masaya getirdi. Kıbrıs Cumhuriyeti'ne karşı KKTC'yi tanıma ise başka bir iş. Kıbrıs sorunundaki pozisyonumuz, Annan Planı'na kadar çok sıkıntılıydı. KKTC'nin Annan Planı'na evet demesiyle yeni bir noktaya geldi. Annan Planı'na "evet" demek dengeleri bizim lehimize çevirdi, Rum kesimini gittikçe yalnızlaşacağı bir yola soktu. Bir zaman sonra daha da kazançlı bir resim söz konusu olabilecek.
Türkiye ticari bir adımla rahatlatacağı meseleyi siyasi bir inatlaşmaya dönüştürmek yerine, bugüne kadarki en olumsuz rapor olarak belirecek gibi duran İlerleme Raporu'ndaki haklı şikayetleri ortadan kaldırmaya çalışmalı. Reform sürecinin durduğu, önemli dönüşümlerin uygulamaya geçirilmediği, demokratik yaklaşımların rafa kalktığı bir Türkiye resmi yeniden geri döner gibi. Türk insanı için asıl önemli olan İlerleme Raporu'ndaki eleştirilerin azaltılması. Bunların azalması demek, biz yönetilenlerin yaşam kalitesinin biraz daha yükselmesi anlamına geliyor çünkü.
Ne yazık ki çok siyasi bir toplumuz. Her şey siyasetle başlıyor, siyasetle bitiyor. İnsan odaklı bir anlayışla, derinlikli bir ciddiyet hala uzak sahiller gibi. Müzakere fiilen başladı. Hangi dosyayı açıp kapadık? Bilim ve Araştırma Dosyası... Bu dosyanın içeriğiyle ve bu konuda AB-Türkiye kıyaslamasıyla ilgili kaç yazı okudunuz? İşin özünü bırakıp, sosu ile uğraşmaya Türkiye siyaset diyor galiba.
|