Bir de hayat var
Yüz binlerce gencine, fiilen "sen başarısızsın" diyebilmek için çok büyük enerji harcıyor bu ülke. "Milyonlarca hepinizi aslında her yıl içinizden sadece 20-30 bin kişiyi seçebilmek için yollarda koşturtuyorum" diyemiyor ve Cumhuriyet'in en önemli ilkelerinden "fırsat eşitliği" gerçekten varmış gibi davranıyor. Neyse, herkes belirtiyor ki, "ÖSS her şey değil". Teselli, pek büyük tahsili olmadan "başarılı, zengin, servet sahibi olanlar" la veriliyor. Bir şairin, ressamın, düşünürün, filozofun da "teselli örneği" diye verilebildiği... Şöhret olmadan da mutlu olabilen yahut bu dünyaya yüreğiyle, emeğiyle katkı koyabilenlerin de örnek gösterilebildiği pek nadir. Bu devrin anne, babaları, haklıdırlar, öyle masallar dinlemek istemez. Ama bazen "hayatta olabilmek" bile başlı başına teselli olur. Olmaz mı? Bir gencin ailesi, misal, diploması filan bir yana, işi, parası, serveti, mürüvveti, saadeti, şöhreti bir yana, hatta hatta hayatta kalması, hayatta olması da bir yana... 25 yıl sonra bile hala, mezarının bulunabilmesiyle, bir mezarının olabilmesiyle teselliye kavuşur mu? Kavuşur mu!
Veysel Güney. Aynı yaşlardaymışız. Unutmuşuz. 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından idam edilenlerden. İnfaz, 11 Haziran 1981. Yaş, 24. Gazetecilikteki ilk yılım. Yıl, 2006. 25 yıl geçmiş. Ailesi, idamdan sonra nereye gömüldüğünü soruyor hala. Devlet, tamam asmış, ama cevap veremiyor. Bir mezar bulamıyor. 25 yıldır saklıyor. 1984'ten sonra idam fiilen kalkmış; sonra da tamamen, hukuken. Yani yanlışmış. Tamam, devlet o zaman gencecik insanları asmış; ama bir çocuğun mezarını ana, babasından dahi saklamış. "Kenan Paşa" Marmaris'te; biliyoruz. Ama asılanın mezarı dahi yok. Veysel Güney, İskenderun Meslek Yüksek Okulu Makine Bölümü mezunu. Mezarsız ölü. Ali İhsan Özer, az daha büyükmüş. Ölüm tarihi, 30 Aralık 1980. O sırada 28 yaşında. Antep'teki o evde Veysel Güney' in yanında. Eczacılık'ta askeri öğrenciyken, siyasi görüşlerinden ötürü atılma. İsdemir'de işçi. "Devrimci". Güney' i idama götüren evden onun cesedi çıkmış. Güvenlik güçleriyle çatışma. Muhtemelen bir mezarı vardır. Memleketi Malatya'da olmalı. Üçüncü bir genç daha var, o gün Antep'te, orada. O "evin dışında." Veysel Güney' i, Ali İhsan Özer' i hiç olmazsa hatırlayanlar, "maalesef elbette" ve "elbette maalesef" onu hatırlamıyorlar. Topçu Üsteğmen Şahin Akkaya. "Şehit." Ona dair izler yok gibi. Şehidi, ölüsü, ölü ele geçirileni, ele geçirilip bir zamanlar asılanı bol memlekette, onun da muhtemelen bir mezarı vardır ama adı geçmişten neredeyse silinmiş.
Bunları, aslında hiç tanımadığım üç genci, "üniversite mezunu" yaşlarında, birbirlerinin ölümüyle buluşturan bir "an" ın, kendi üniversiteli gençliğimin, işte o anların, o yaşların anısına, "ÖSS gençliğinin başarıları, başarısızlıkları, tesellileri, kırıklıkları" vesilesiyle yazmış olmalıyım. Hayatta kalmanın, hayatta kalıp bir de üstüne yazı yazıyor olmanın büyük tesellisiyle... Ve bir sürü acının içinden yana yana gelen kimi yüreğin, bir çeyrek asır sonra, evlatlarının, kardeşlerinin mezarını bulabilmeleri, bir taş koyabilmeleri, belki bir Fatiha okuyabilmeleri dileğiyle. Kimsenin, gencecik ölüm kavşaklarında birbirinin sonu olmaması temennisiyle.
|