|
|
Nasıl tanıştık?
Mutlu Prens'le başlayan yayıncı-yazar ilişkisi, Nabi'nin ölümüne kadar sürdü. Yirmiye yakın kitabım çıktı Varlık'ta
Durulur mu! Doğru Varlık Yayınları'na. Kapıyı tıklattım. Yine "Buyrun". İçeri girdim. "Buyrun?" "Ben Ülkü Tamer," dedim. "Memet Fuat sizinle konuşmuş..." "Buyrun." Bu kere masasının karşısındaki koltuğu gösterdi. Şaşkınlıkla oturdum. Yanındaki küçük kitaplıktan bir kitap çekti. "Bunu çevirir misiniz?" dedi. Oscar Wilde'ın kitabı. Mutlu Prens. En sevdiğim yapıtlardan biri. "Çeviririm," dedim. Yaşar Nabi sessizce bana bakmaya başladı yine. Görüşme sona ermişti. Kitabı alıp çıktım. Kısa sürede çevirip Yaşar Nabi'ye götürdüm. Yine koltuğu gösterdi. Oturdum. Çevirimi aldı. Masasının üstüne koydu. Sonra eski daktilosunu önüne çekti. Ortadan kesilmiş bir dosya kağıdı takıp bir şeyler yazmaya başladı. Üç-beş satır yazıp kağıdı çıkardı daktilodan. Altına bir pul yapıştırdı, imzalamam için bana uzattı. Duvardaki telefonu açıp, "300 lira gönderin," dedi. Aldığım ilk çeviri ücreti. Tam 300 lira! Mutlu Prens'le başlayan yayıncı-yazar ilişkisi, Yaşar Nabi'nin ölümüne kadar sürdü. Yirmiye yakın kitabım çıktı Varlık Yayınları'nda. Hiçbirinde ufacık bir sorun bile yaşanmadı. Birtakım yazarlar Yaşar Nabi'nin sanatçıları sömürdüğünü, kitaplara çok az para verdiğini söylüyor. Düpedüz haksızlık bu. 1 liralık kitaba 300, 2 liralık kitaba 600, 5 liralık kitaba 1500 lira telif ya da çeviri ücreti verirdi Yaşar Nabi. İlk baskıya, 3 bin kitaba karşılık. Yüzde 10. Bugün hangi yayınevi hangi çeviriye yüzde 10 ödüyor? Çoğu, forma başına bir ödeme yapıyor. Adınız iyi çevirmene çıkmışsa, yüzde 7 alıyorsunuz. Üstelik çeviriyi verir vermez değil. Kitabın yayımlanmasını bekleyeceksiniz. Varlık'ta kitabınızın yeni baskısı yapılırsa, satış fiyatı ilk baskıdan yüksekse, alacağınız para da aynı oranda yüksek olurdu. Kim ne derse desin, yazarın emeğine saygı duyan bir yayıncıydı Yaşar Nabi. İlk kitaplarımı başka çeviriler izledi. Sanırım yirmi kadar kitabım çıktı Varlık'ta. Artık ben kitap öneriyordum. Yaşar Nabi, yaptığım çevirileri hiç okumadan baskıya gönderiyordu. Bir ara ses tellerinden ameliyat geçirdi. Kısık sesle konuşuyordu. Ben de tiyatroda oynuyordum o sıralarda. Oyunun galası için davetiye götürdüm kendisine. Üşütmüştüm. Benim de sesim kısıktı. Fısıltıyla, "Nasılsın?" diye sordu. Ben de fısıldadım: "Teşekkür ederim, iyiyim..." "Benimle dalga mı geçiyorsun?" gibilerden yüzüme baktı. O bakışını hiç unutamam. "Üşütmüşüm," dedim, "sesim kısıldı." Güldü. "Aman," dedi, "üç gün sonra açılır sesin. Bakalım biz ne olacağız?" Kısa bir süre sonra telefon etti. "Ülkü," dedi, "galiba böbreklerimde bir şey var. Yatıyorum. Bana hep sözünü ettiğin o doktoru getirir misin?" Hep sözünü ettiğim doktoru. Gürbüz Barlas'ı. Gürbüz ağabeyi buldum hemen. Kalkıp Yaşar Nabi'nin evine gittik. Yataktaydı. Yarım saat sonra evden çıkarken, Gürbüz ağabey, "Böbrek sorunu önemsiz," dedi. "Benim alanıma girmez ama galiba gırtlağında tatsız bir şeyler var. Söyle de asıl onu inceletsin." Onda gırtlak kanserini ilk fark eden Gürbüz ağabey olmuştu. Yaşar Nabi hastalığıyla yıllarca savaştı. Savaşı sırasında da gemisini hiç terk etmedi. Gemisinin iki "mürettebat" ı vardı sadece. Üsküplü akrabalarından iki delikanlı. Satışa da muhasebeye de onlar bakarlardı. Eski, küçücük bir hanın ikinci katında. İlk kattaki odalardan biri Yaşar Nabi'nindi. Dergiyi de yayınları da tek başına yönetirdi. Yazıları, kitapları o seçer, dizgiye o verir, bazen kapaklarını bile kendi yapardı. Laurence Olivier'nin bir sözü var: "Marilyn Monroe profesyonel bir amatördü." Yaşar Nabi de profesyonel bir amatördü. Yaşamı boyunca profesyonelliğin bütün gereklerini titizlikle yerine getirdi, ama bunu yaparken amatörlüğünü, o coşkusunu hiç yitirmedi. Uzun bir dönem Türk edebiyatını o coşkusuyla, o çabasıyla yönlendirdi.
|