|
|
Şimdi oralarda olmak vardı...
Samba, kilometrelerce uzanan kumsallar, sokak barları, hayata gülümseyerek bakan insanlar... Rio'ya gidenler bunlardan fazlasını da görebilir. Papaya ile kahvaltı ve lezzetli yemekleriyle de Rio De Janeiro unutulmaz bir kent.
Hayatla barışık olanların kenti
Tropik ormanlarla kaplı dağlardan muhteşem plajlara, sömürge dönemi binalarından barlarına, yemeği ve dansıyla çok renkli bir ülke Brezilya. Riolu kimlikleri ise insanlarını dipdiri ve sıcak tutuyor.
Dünyanın en güzel şehriyle ilk buluşmanın hep uçaktan havalimanına inişte olduğu söylenir. Ama ben Rio'yla farklı bir yoldan 'yavaş yavaş' buluşmayı seçtim: Sao Paulo'dan kiraladığım otomobille, gezegenin en büyüleyici sahil şeridi olan 700 km.'lik Santos- Rio yolundan... Tam bir 'beton cangıl' olan Sao Paulo'dan zor bela bir saatte çıktıktan sonra, Immigrantes otoyolu sizi 10 km.'lik bir tünele teslim ediyor. Bu tünelden çıkış, cennetle buluşma anı. Karşınızda yüzbinlerce dönüm yeşil kıvırcık saç gibi okyanusa kadar yayılan bir bataklık, uçta saman sarısı kumsal şeritleri ve öteki yanda, solda, uçları bulutlarla, sislerle kaplı tropik orman dağları...
PAPAYA İLE KAHVALTI 101 numaralı bu yol, tükenmek bilmeyen bir bitki denizi içinden kıvrıla kıvrıla, balıkçı kasabalarını geçe geçe, dere tepe, her tepede size yepyeni bir kartpostal sunarak akıp gidiyor. Kıyıyı izleyen yemyeşil adalar sizi çağırıyor. Bu kadar keyifli bir yolculuk hiç yapmamıştım. Mola için seçtiğimiz Bertioga'da Dalbo lokantasında enfes deniz ürünleri yerken, çevredeki ağaçlara yeşilli sarılı kırmızılı papağanlar doluştu. Yol boyunca rengârenk kuşlar gördüm. Aylardan mayıs, yani Brezilya'nın kasımı. Ama sıcaklık 24 derece. Burada yıl boyu hayat yazlık giysilerle, genelde dışarıda geçiyor. Yeşillik baki. İnsanların dostça davrandığı kumsallarda dura kalka, altı saatlik yolculuğun ardından, gecelemek için ünlü Parati'ye vardım. Tropik ormanlarla kaplı dağların dibinde, sahilde bir 'müze kasaba' burası. 18. yüzyılda Minas Gerais bölgesinden çıkarılan altınlar bu limandan Portekiz'e gönderilirmiş. Tarihi merkez sömürge dönemi binalarıyla, yollar iri taşlarla kaplı, korunmuş. Buraya 'kültür turistleri' de geliyor; 'scuba'cılar da, iki saat uzakta tepedeki yağmur ormanlarına meraklı olanlar da... Çevrede muhteşem plajlar var. Ve birbirinden gelişkin, usta aşçılarla donatılmış lokantalar, güleryüzlü çekingen insanlar. Çok sayıda 'pousada' (küçük otel) bulunuyor Parati'de. Ben, güvenilir bir kaynaktan aldığım bilgiyle Coxixo'da kaldım. Enfes tropik bitkilerle kaplı, 20-25 odalık bu hotel, bir zamanlar Brezilya'yı kasıp kavuran, ünlü aktris Maria Della Costa'nın. Ülkesinin Rita Hayworth'ı mı desek, Kim Novak'ı mı? Öyle bir güzellik. Costa (şimdi 80 yaşında) tüm eski fotoğraflarını, onu resmeden tabloları Coxixo'nun duvarlarına, salonlarına asmış. Orada yaşıyor. Güler yüzlü, nazik, alçakgönüllü. Ertesi gün güneş açıyor. Papaya, ananas, karambole, garviola, açai gibi meyvelerle yapılan bir kahvaltı ardından, eski limanda balıkçılarla tarzanca sohbet ve yine sisli dağlarla köpük köpük sahil arasından akıp giderek Rio'ya varış...
RÜYA DI JANEIRO Sao Paulo kadar olmasa da, yaygın bir favela (gecekondu) denizinden geçerek giriliyor Rio De Janeiro'ya. Brezilyalılar ikinci gözde sporlarının araba yarışı olduğunu otoyollarda da gösteriyor bol bol. Neyse ki, İstanbul gibi bir tecrübe var da, yabancılık çekmiyoruz sürat ve kuralsızlık çılgınlığına. Tüm şehir bu sıralarda Ronaldinho başta olmak üzere millilerin dev afişleriyle kaplı. Bir de, Rio'nun sembolü, büyük besteci ve şarkıcı Chico Buarque'nin yeni albümü Carioca'nın posterleri... 'Carioca', Riolu demek. Carioca'lar hep güleryüzlü, yardımsever, teklifsiz, yargısız, kuşkuculuktan uzak. İnsani özleriyle barışık oluşlarını her yerde hiç zorlanmadan hissettim. Bununla gurur duyuyorlar. Carioca kimliği, Rio'yu dipdiri, sımsıcak tutuyor, nabzı onunla atıyor.
SAMBANIN DOĞUM YERİ Şimdilerde Cihangir'i mesken tutmuş olan Brezilyalı sanatçı dostum Camilla Rocha'yı dinlediğime mutluyum. Bana "Turist gibi olma, Santa Tereza'da kal," dedi. Başka Brezilyalıların "Aman, çok tehlikeli, gece dönemezsin," gibi sözlerine bakmadan, eski Rio'nun kuzeye bakan sırtlarına tırmandım. Yemyeşil sarmaşıklarla kaplı, eski taş konaklar 1800'lerden kalma bir tramvay hattı. Ve yükseldikçe gözleri büyüleyen Guanabara Körfezi. Denise, burada koca koca odaları olan bir misafir evi işletiyor. Semtin en tepe noktalarından biri. Konağın öteki yüzü, Botafogo Plajı'na bakıyor. Bizim Cihangir'e benzeyen bu semte ertesi gün adım attığımda, kendimi belki 10 kez seyrettiğim Siyah Orfe filminin dekoru içinde buldum. Aksi mümkün değil, çünkü Santa Tereza ve alt semti Lapa, sambanın doğum yeri. Karnavalın her yıl yapıldığı 'geçit yeri' de zaten burada. Daracık Arnavut kaldırımlı sokaklar, küçük bakkallar, birahaneler. Ve evlerden yükselen şarkı sesleri. İşte gerçek Rio burası! Bir değil, pek çok Rio var burada tabii. Katman katman. Çünkü şehir, dünyanın en ideal coğrafyasında. En soğuk zamanda bile asgari 20 derece. Esintili. Tipik kaya formasyonları, farklı kesitlere ayrı karakter katmış. İstanbul gibi, denizle koyun koyuna. O iki dev kaya yumrusunu (Sugar Loaf) geçince, bildiğimiz o Rüya Di Janeiro başlıyor; Flamengo, Botafogo, Copacabana, Ipanema, Leblon. Şehre ait toplam 30 kilometre kumsal var! Guanabara Körfezi kirli, bu yüzden mesela Botafogo Plajı'nda sadece güneşlenip duş alınıyor. Ama özellikle Ipanema ve Leblon kumsalları büyüleyici. Rio'da Paris, New York, New Orleans, hatta biraz da İstanbul'un alaşımını bir şekilde buluyorsunuz. Güney kesimi, Paris hayranı bir eski vali tarafından fena halde budanmış ve geniş caddeler açılmış. Hem iyi (trafik akıyor) hem de kötü (eski yapılar yok olmuş). Yaya ve bisiklet parkurları her yerde. Lagoa (göl) kıyısı yürüyüşçülerle dolu. Kumsalların arka tarafı da. Copacabana, Arpoador ve Ipanema, 50'li yıllara ait yapılarıyla Teşvikiye'yi, Şişli'yi andırıyor sanki. Ve insanlar... Tavırları ve giyinişleriyle, orta sınıfın güçlü olduğunu anlatıyorlar. İstanbul ve New Orleans beraber çağrışım yapıyor.
YAVUZ BAYDAR
|