Rejimin gerilimleri ve çözüm yolları
Seçilmiş sivil hükümetlerle ordu arasındaki güven ve çoğunluğu kazanmış bir partinin ülke kaderini dilediğince yönlendirme tehlikesi, tüm demokrasiler için endişe kaynağı olmuştur. Bunun tartışmalarda en çok öne çıktığı ülkelerden biri ABD'dir. ABD, kuruluş yıllarında merkezi bir güce katılmak istemeyen eyaletlerle, güçlü bir birlik isteyenler arasındaki gerilimi yaşarken üzerinde en çok durulan konular arasında bu ikisi yer almıştır. Iain Hampster-Monk, Modern Siyasal Düşünce Tarihi adlı kapsamlı eserinin Federalist başlıklı bölümünde bu konuya değinir. Roma tarihine bakış, tartışmaların odak noktasını oluşturur. Çünkü, tarihçiler Roma'nın profesyonel bir ordu kurduktan sonra yıkım sürecine girdiğini ileri sürer. Önerdikleri çözüm, yurttaşın ve askerin rolünü mümkün olduğunca birbirine yaklaştırmaktır. Çünkü bu ikisi birbirinden ayrıldığında, yurttaşlar askeri yaşamın disipline edici etkisini, askerler de yurttaşların sorumluluğunu reddeder. Böyle bir ortamda askerin yönetimi ele geçirme ihtimali artarken sivillerin buna karşı koyma zayıflığı ortaya çıkar. Savaşın deneyiminden geçmiş bir yurttaşın, hem askerin yönetimi ele geçirme girişimlerine hem de yolsuzluk, rüşvet gibi olaylara karşı koyacak siyasi cesarete sahip olacağı görüşü ortaya konuyordu. Bu nedenle profesyonel ordu fikrine şiddetle karşı çıkılıyordu. Kurucuların diğer bir korkusu ise, haklar ihlalinin seçmenlerin isteklerine aykırı yönetim kararlarıyla değil, yönetimin seçmenlerin çoğunluğunun basit bir aracına dönüştüğü kararlarla gerçekleşmesi olasılığıdır. Federalist'in yazarlarından Madison'ın Virginia'daki kişisel deneyimi, halk oyuna dayalı yasama organlarının, birey hak ve çıkarlarını sömürge yönetimleri kadar tehdit edebileceğini göstermişti. Kurucular, bu tehlikeyi de çıkarların çokluğu yoluyla çözmeye denemişti. Çıkarların ve mezheplerin sayısının çokluğu, herkesin birbirini denetlemesi yolunu doğuracağından en büyük güvenceyi oluşturacaktır. Bunun yanında erkler ayrılığı, federal ve eyalet yönetimlerinin sahip olacağı yetkiler ayrıntılarıyla tartışılmıştır. Görüldüğü gibi kurumlar arası ilişkilerin gerilimi sadece Türkiye'ye özgü bir konu değildir. Amerika bu tartışmaların ardından halk ordusundan profesyonel orduya geçişi sağlamak için 200 yıla yakın bir süre beklemiştir. Onu da sivil yönetim askeri güç üzerinde tam denetim sağladıktan sonra yapmıştır. Tarihçilerin ortaya koyduğu, profesyonel orduya geçişle çöküş arasındaki ilişkiyi tartışmak Amerika açısından henüz erken. Ama, dönemin anti-federalistlerinin bir öngörüsünün gerçekleştiğini söylemek mümkün. Onlar, cumhuriyetçi özgürlüğün yalnızca küçük devletlerde olası olduğunu, kıta çapında güçlü bir yönetimin tiranlığa yol açacağını düşünüyordu. Çünkü "geniş bir imparatorluk, yöneten kişide despotik yetkeyi varsayar..." Bu öngörünün doğru çıkmadığını söylemek bugünkü Amerika'ya bakınca pek mümkün görünmüyor açıkçası. "Buradan Türkiye için çıkarılacak ders var mı" sorusuna gelince... Ülkemizde de iki gerilim en üst düzeyde yaşanıyor. Hem sivilasker ilişkileri, hem de seçimle gelmiş iktidarın bireysel hak ve özgürlükleri tehdit etmesi korkusu var. Türkiye'nin yakın tarihi, bu endişelerin sadece anayasal güvencelerle giderilemeyeceğinin örnekleriyle dolu. İki gerilimin birden ortadan kalkması AB projesinin gerçekleşmesinde yatıyor. O nedenle, AB sürecine desteği ilk günlerdeki hızıyla sürdürmeyen iktidar kendi ayağına da kurşun sıkıyor aslında...
|