| |
|
|
İlahi adalet
UŞAK Arkeoloji Müzesi'nin şu anda hapiste olan müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'dan dinlemiştik... Karun hazinelerinin bulunduğu "mezar odasına" ilk girenlerden biri Güre köyünden Durmuş Ersoy. Yakalandı, hapis yattı. Çıktığında birkaç otobüs alacak parası vardı. Çok zengin oldu. Sonra felç geçirdi. Parasız pulsuz kaldı. Acılar içinde öldü. Vücudu, o ölmeden çürümüştü.
Durmuş Ersoy'un bir oğlu, bayram günü boğazı kesilerek öldürüldü. Bir oğlu Türkiye'de trafik kazasında öldü. Diğeri Avustralya'da, yine trafik kazasında.
Karun hazinelerini soyanlardan biri de Güre köyünden "Ordulu Mustafa" idi. Tek oğlu intihar etti. Mustafa, eşinden ayrıldı, kayıplara karıştı. Köyüne geri döndüğünde sefildi, perişandı, ayakta zor duruyordu.
Mezar odasında hazine çalanlardan kimi "aklını yitirdi, akıl hastanesine yatırıldı." Kimi "altını tutamaz" hale geldi. Kimi de "gördüğünü tanıyamaz."
Mezar soyguncularından Ali Bayırlar' ın da "başına gelmedik rezillik kalmamış, yataklara düşmüş, acılar içinde inleyerek ölmüştü."
İki yıl önce gittiğimizde, Karun hazinesine el uzatan, yakalanıp hapse atılan, sonra çıkanlardan sadece "Güre köyünden Demirci Mustafa" hayattaydı. Kimseyle görüşmüyordu. Aklı gidip gidip geliyordu. Bazen kendi kendine birşeyler söylüyordu: -Bir yerde 40 deve yükü altın var... Yerini biliyorum... Demirci Mustafa'nın ikide bir gidip gelen aklı hala Karun'un hazinesindeydi.
Uşak Arkeoloji Müzesi'nin şu anda hapiste olan Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu bize demişti ki: -Mezardan hazine çalanın da, devletin hazinesine el uzatanın da sonu hüsran... Soygundan sonra yakalanan, hakkında dava açılanların akıbetlerini araştırdım... Sonları hep aynı. (20 Kasım 2004-SABAH)
"İlahi adalet" bu olsa gerek.
|