Alis Harikalar Diyarında...
İtalyan Milli Günü resepsiyonunda, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e rastlıyoruz. Gül önce, Türkiye'nin AB sürecinde büyük rol oynayan İtalyan eski başbakanı Sylvio Berlusconi'nin başdanışmanı Valentino Valentini'yi görüp, Berlusconi'ye sıcak bir selam yolluyor. Valentini, yakın dostu Egemen Bağış'a İtalyan Devlet Nişanı verilişinin onuruna bir geceliğine Ankara'ya gelmiş... Ancak bizim asıl konumaz, her geçen gün yeni çetelerin çıktığı, " kimin kime çelme taktığının " bile anlaşılmaz hale geldiği Ankara'daki siyasi bulanıklık . Dışişleri Bakanı'na "Ne oluyor? Bu Atabeyler grubuyla ilgili ilk haberler abartılı olabilir mi?" diyoruz. Çünkü medya manipülasyonundan son derece rahatsız olan yargı kaynakları ilk gün basında çıkan yazıların aksine, bu grubun bir suikast planı olmadığını söylüyor. " Herkes inanmak istediğine inanıyor. Her şey ortada değil mi ?" diyor Gül. Peki ya bu grubun özel kuvvetlere has sıradan bir gayri nizami faaliyet içinde olabileceği? " Lav silahları da mı normal? " diyor Dışişleri Bakanı. Gül ilerlerken Egemen Bağış benzer bir soru soruyor " Bu kadar insanın yaşadığı bir yerleşim bölgesinin tam ortasında bu kadar mühimmat olması normal mı?" Cumhuriyet başsavcısı, " Normal mi ?" sorusunun cevabının "Hayır" olduğunu düşünüyor olmalı ki 11 kişiyi tutuklanma talebiyle mahkemeye sevketti. Genelkurmay askeri savcısı da bir şeylerin "normal" olmadığını düşünüyor olmalı ki, kendilerine "Atabeyler" diyen özel kuvvetler mensuplarından 3'ünü "askeri malzemeyi gizlemek ve zimmetine geçirmek" suçundan tutukladı. Tüm bu isimler aynı zamanda "çete kurmak" davasından sivil mahkeme tarafından yargılanacak. Bugün itibariyle söyleyebileceğimiz şu: özel kuvvetler içinde "Atabeyler" alt grubunun misyonu, gayri nizami harp çerçevesinde Türkiye'nin işgal edilebileceği ya da bir ayaklanma olabileceği senaryolarına karşı kendini yetiştirerek " gayrinizami harp " denilen kontr-gerilla rolü üstlenmek. Bu yüzden krokiler, "safe house" denilen evler, Atabey yemini, flama, askeri ders kitapları ve bilgi notları açıklanabilir. Ancak grubun bu misyonu legal platformun ötesine götürüp "vatanı korumak" adına bir yeraltı örgütlenmesine doğru gittiği, orduya iade edilmesi gereken mühimmatı geri vermeyip otonom bir yapıya yöneldiği de ortada. Atabeylerin somut bir suikast hazırlığı yok . Başbakan'ın konvoyu veya BİM marketlere bomba konulmasını ise " muhabbet ortamında " konuşmuş, ancak operasyonel bir eyleme dönüştürmemişler. Asıl vahim olan, bu grubun TSK hierarşisi ve düzeninden kopup "vatanı kurtarma" görevinin kendilerinde olduğunu düşünmesi . İstihbarat birimleri "vatanı milleti korumak bize düştü" diye nizami güvenlik yapılarından çıkıp kendi yoluna giden 30-40 grup olduğu görüşünde. Burada herkesin alarma girmesini gerektiren bir durum var. Gerçi bu tarz "vatan adına" paramiliter yapı sevdası, İttihat ve Terakki'den bu yana Türki siyasi geleneğinde var. Resmi tarihimiz, bu tarz eylemlerden bir bölümünü onaylıyor, bir bölümünü kınıyor. Ancak bu felsefe genel hatlarıyla Türkiye Cumhuriyeti'nın kadar eski. Bizce asıl vahim olan, son yıllarda "Kuvay-i Milliye" mantığının revizyonist bir biçimde yeniden yorumlanarak Kurtlar Vadisi ve Metal Fırtına gibi şablonlarda yeni bir ruh bulması. Atabeylerin yaptığı, Kurtlar Vadisi'nde Polat Alemdar ya da Metal Fırtına'daki gençlerin yaptığından farklı mı? Daha da ileri gidelim... Ankara'da siyasi erk ve devlet, Kurtlar Vadisi'ni sadece ABD'ye karşı bir tepki olarak gördü ve büyük ölçüde zararsız buldu. Bir çoğu alkışladı. O zaman, işte size Atabeyler...
|