| |
Koç'a ve Sabancı'ya sinirlenmek yanlış olur...
Ülkeleri yönetenler, güncel sorunların üstesinden gelmeye çalışırken, bir yandan da "Acaba tarihe nasıl geçeceğim" endişesini de taşırlar mı? Yüreğinde bu endişeyi taşıyan politikacılar için, "Gelecek seçimler kadar, gelecek kuşakları da düşünüyordu" denilir genellikle. Dünkü TÜSİAD toplantısında Mustafa Koç'un ve Ömer Sabancı'nın AB'ye dönük çabaların yavaşlamasını vurgulayan ve bu konuda AK Parti iktidarını eleştiren konuşmalarını dinlerken, yine "Acaba Başbakan Erdoğan tarihe nasıl geçeceği endişesini yüreğinde taşıyor mu" diye düşünmeden edemedim. Mustafa Koç özetle şöyle dedi dün: - Hükümet AB kriterlerinin sağlanmasında eskisi kadar kararlı değil. Reformları uygulamak için yapıyoruz. Kağıt üzerinde kaldığında bizi eleştirenlere kızma hakkımız yok. Kısır çekişmelerle küçük hesaplarla hareket edip kendi kendimize çelme takmamalıyız. Ömer Sabancı da Türkiye'nin, global ekonomilerdeki olumsuz gelişmelerden, AB ve IMF çıpalarına rağmen diğer gelişmekte olan ülkelerden daha fazla etkilendiğini hatırlattı ve "Türkiye esas olarak kısa vadede siyasi istikrarını ve reformların sürdürülebileceği konusunda piyasaların güvenini sarsmış olduğu için bu dalgalanmalardan bu kadar olumsuz etkilendik" dedi. Başbakan Erdoğan bu uyarılara ve eleştirilere eskisi gibi sert tepkiler seslendirerek cevap verirse, kanımızca hata yapmış olur. Unutulmamalı ki, AK Parti iktidarının toplumun farklı siyasal kesimlerini aynı cephede birleştiren "AB' ye üyelik projesi", gerçekten şu anda geri plana atılmış gibi. Türk siyasetinin kısır döngüleri ve temcit pilavı haline dönüşmüş "Laiklik" benzeri polemik konuları arasında bocalamak, iktidar kadrosuna adeta daha cazip geliyor. Başbakan Erdoğan ve "Çevresi" TÜSİAD sözcülerinin uyarılarına karşı öfkeli tepkiler seslendirmeden önce, bu konuda TÜSİAD'çı olmayan kesimlerin de rahatsızlık hissettiğini bilmeleri gerekiyor. Örneğin iki gün önce Zaman'da bu koynu ele alan Prof. Dr. Eser Karakaş, yorumunu şöyle bitiriyordu: - AB konusunda daha yapacak çok şey var, bu konular günümüzden 2010' a dek sarkıyor... AKP başta Kıbrıs konusu gelmek üzere en cesur olduğu dönemde oyunu yüzde 40' ın üzerine çıkarmış bir parti, bu iyi hatırlanmalı ve unutulmamalı. İşe Kıbrıs meselesine ilişkin limanlar sorununu çözerek başlamak olağanüstü bir başarı olur kanısındayım; zira bu konu teknik ve bizim mükellefiyetimiz altında bir konu. Türkiyeli seçmenler cesur liderlerin daima arkasında durmuştur, bu çok iyi bilinmeli. 1950' den günümüze tüm seçimler ve demokrasi tarihi atılım yapan liderlerin kazandığı, tutuculuk ve tutukluk yapan liderlerin de kaybettiği bir seçimler ve demokrasi tarihidir.
ANKARA KRİTERLERİ Mİ? Başta söylediğimiz "Tarihe nasıl geçmek" meselesine dönersek, acaba Tayyip Erdoğan tarihe "Kopenhag Kriterleri' ne uyumu sağlayıp Türkiye' yi AB' nin eşiğine taşıyan ama sonra Ankara Kriterleri' nde kendini bulup iktidarını yitiren siyasetçi" şeklinde mi geçmeyi tasarlıyor? Çünkü tarih gerçekten insafsız. Geçen hafta Paris'teki bir müzayedede, Voltaire'in Rus Çariçesi 2'nci Katerina'ya yazdığı 26 tane mektup, 750 bin dolara satıldı. Bu mektuplarda Voltaire, dünya politikasındaki değişimi, Polonya'nın bölünmesini ve benzer konuları yorumlarken, o dönemin Osmanlı Padişahı 3'üncü Mustafa'dan da "Şişman ve umursamaz" diye söz edip, Padişah'ı alaya alan cümleler kullanıyormuş. 3'üncü Mustafa (1717-74) 40 yaşındayken (1757) tahta çıkmış. Padişahlığında Ruslara yenilmiş, Kırım'ı kaybetmişiz. Cebelitarık'tan geçip Ege'ye gelen Rus donanması, Çeşme'de bizim donanmayı yakmış.
VOLTAİRE HAKLIYMIŞ 3'üncü Mustafa müneccimlere danışmadan karar almaz ve "Eşrefi saat"i, yani uğurlu vakti beklermiş. Sarayda her ülkeden gelen müneccimler bulunurmuş. Hıristiyanların ve Yahudilerin Müslümanlardan ayırt edilebilmeleri için siyah elbise ve sarık giymelerini zorunlu kılmış. Hamamlarda ise bu farklılığı sağlamaya peştamal yetmeyeceği için, Müslüman olmayanların ayak bileklerine çıngırak takmalarını emretmiş. İstanbul'da su ve odun biter endişesiyle hamam yapımını yasaklamış. Bunları bizim kaynaklardan okuyup öğrenince, "Demek Voltaire haklıymış" diye düşünmez misiniz? Başbakan Erdoğan'ın kronik sinirliliğini artık terk etmesini ve AB'nin yolunda 3 Ekim'de sergilediği heyecanla ilerlemesini bekliyoruz. İç politikanın didişme konularını bunların meraklılarına bırakması ve artık "Tarihe nasıl geçeceğim" diye de düşünmesi, hem kendisi hem de halkı için daha yararlı sonuçlar getirecektir. Ekonomide sağlanan başarıların siyasetin istikrarsızlık tuzaklarına kurban edilmemesi için de, Erdoğan'ın artık sinirlenmeyi ve polemikçiliği "Cumhuriyet Muhafızları" na bırakması daha doğru olacaktır.
|