Mimozalar açarken
Geçen hafta yazımda hayatın hızlandığını, iş ve sorumluluklardan bir düğüm halinde koşuşurken hiçbir şeye yetişemediğimi anlatmıştım. Halbuki öyle yaşlara geldik ve öyle bir tedavi geçirdim ki artık hayatı daha ağır çekim, tabiatı, aileyi, torunu, arkadaşlarımı görerek yaşamak istiyorum. Yoksa koştura koştura günü tüketmek çok kolay. Çok canımızın sıkıldığı bir gün bile olsa milyonlar, milyarlar, dolarlar, Eurolar versek geri getirmek olanaksız. Bazen pilim bitiyor hastalanıyorum (çok şükür geçirdiğim hastalıkla bir ilgisi yok). Bu yüzden Kültür Üniversitesi'nin "Yürekli Kadın" Gökçe Karataş Vakfı'nın "Özel Ödülü" Rotary Göksü gibi diğer "Yılın Sanatçısı" veya "Yılın Kadını" ödüllerini almaya gidemedim. Beni seçen herkese çok teşekkür ederim. Bütün bu koşuşturma arasında gene de pazar günü Set Balıkçısı'na gittim. Dönüşte trafik yoğun olduğundan bir evin bahçesinde rastladığım mimozaları da doya doya seyrettim. Minicik demetler halinde görmeye o kadar alışmışım ki çoğunlukla daha narin, kısa fidanlar geliyor aklıma. Bu gördüğüm koskoca bir ağaç. Çiçekler öyle coşmuşlar ki ne yaprak görünüyor ne de dal. Uzun, kocaman bir gövdenin üzerinde sadece sarı bir bulut... Üstelik aynı akşam bana alerji yapmasına rağmen mimoza ve diğer bahar çiçekleriyle süslü salonda "Türk Konçertosu" nu dinledik. Ülker grubunun desteklediği 250'nci yılında Mozart etkinliklerinin sonuncusu galiba. Geçen hafta "Grand Messe"de soprano Feryal Türkoğlu'na bayılmıştım. Bu pazar olağanüstü bir viyolonist vardı sahnede, Shlomo Mint. Zaten eleştirmenler, meslektaşları ve dinleyiciler tarafından zamanımızın en önemli keman sanatçısı olarak değerlendiriliyor olduğunu, sonradan okudum kitapçıkta. Çok bildiğim bir konu değil "klasik müzik". Aslında hukukçu olan rahmetli babam ise çok iyi keman çalardı. Annemle ayrılınca yedi yaşımdan sonra hiç dinlemedim onu. Emekli olunca İzmir'de bir arkadaşıyla başlattıkları gayretlerle her yere dolmuşla gide gele bir İzmir Flarmoni Orkestrası kurmuşlar. Onuncu yıl kutlamasında rahmetli babamı anmak için beni çağırdıklarında haberim olmuştu. Hem gurur duymuş, daha çok da üzülmüştüm o gece. Beni aramayı, sormayı, sevmeyi hiç bilemeyen babama hala çok küskündüm çünkü. "Ama" demiştim o gece "galiba o konuşma dilini bilmeyen, sadece müzikle ifade eden, bana bile öyle ulaştığını sanan, içine kapanık biriydi." Shlomo Mintz'i dinlerken uzun zamandır ilk defa babamı, onu affedip affetmediğimi düşünüyordum. Gözümden yaşlar akmaya başladı. Hemen onları yokettim, kimse görmedi. Mintz'in kemandan çıkarttığı sesler yalnız kulağında kalmıyor, bütün vücudunda ürpertiler şeklinde dolaşıyor insanın. Kapalı gözlerine bakınca ruhunun koridorlarında rüzgarlar dolaşan, bizleri başka bir planete götüren bu tip insanların farklı bir duygu boyutunda yaşadıklarını hissediyor insan. İşte babam belki de oralarda söylediklerini konuştuğumuz dile dökemiyor ve git gide suskunlaşıyordu, kim bilir? Çok alkışlandı. "Bis" parçasında ayaklarını hafifçe yana açıp, gözlerini kapayıp öyle bir meydan okur gibi çaldı ki böyle bir geceyi kaçırmamış olduğumuza sevindim.
60 YILLIK AŞK 20'si akşamı bir dönemin başarılı aşk filmlerinin vazgeçilmez yönetmeni Ürkü Erakalın'la Ortaköy Kültür Merkezi'nde buluşmaya gittik. Senaryosunu anlatırken kendisinin de ağladığı filmlerde oynamak için can atardık. Şimdi bütün yaşadıklarını arşivinden resimler, çok özel röportajlar, görüntüler, anekdotlar olarak tek kişilik oyununa yüklemiş. Kamera önü ve arkasında yaşananlar, şöhretlerin bilinmeyen tarafları... Görsel sanatlarla yaşadığı ve aktardığı ne bitmez aşktır bu? Bütün sinemaseverlerin, sinema bölümleri olan üniversitelerin kendi salonlarında da görmek isteyebileceklerini düşünerek telefon numaralarını aldım. Ülkü Erakalın Sinema Atölyesi Tel: (0216) 462 04 40.
|