Arnavutköy'de köfte ısmarlamak istiyorum
"Okuya, okuya alim olacağım sanki!" diyerek elimdeki gazeteleri fırlattım. Eşim gülmeye başladı. Pazar sabahı evde giydiklerimi hiç değiştirmeden bir kasket takıp "Crash / Çarpışma" filmini gidip gördük o kadar. Akşam oldu, yatma vakti geldi hala gazetede okunacak yazı bitmedi. Çok erken bir saatte kalkıp camdan bakıyorum. Kapıcı gazeteleri içi dolu bir sandık gibi iki büklüm taşıyor. Ekleriyle, reklamlarıyla o kadar ağırlar ki! Kapının dışındaki kutuya sığmıyorlar. Öyle de ilginç şeyler var ki şöyle bir göz atmak olmuyor, mutlaka okunacak. Bari aklımda kalsa! Herkes daha seçici davranıp başka işler yapacak zaman buluyor mutlaka. Bir de dikkatli okumak istediklerimi kesip saklamışım. Elif Şafak röportajı mesela, günler sonra okudum. Çok kültürlülüğün büyük bir zenginliği var düşünce dünyasında. Kendimize hem büyüteçle hatta mikroskopla çok yakından hem de başkalarının gözüyle dürbün hatta mistik bir teleskopla uzaydan bakıyor sanki. Sen kalk İngilizce yaz romanını! O kadar hakim yani o dile de. Amerika'da iki ayrı üniversitede kürsüsü var. Ne harika değil mi? Elif Şafak isminden anlaşıldığı gibi bir kadın. Genç ve de çok güzel... Bir koşu gidip son kitabını "Baba ve Piç"i aldık. Ama önce Sönmez'in uzun zamandır "Oku oku" deyip durduğu "Bit Palas" kitabını bitireceğim. Yapmak istediklerimin listesi uzayıp gidiyor. Hiçbirine yetişemiyorum. Sabah oldu derken akşam oluyor. Pazartesi derken cumartesi oluyor. 2006'nın baharına geldik bile. Halbuki ben Bebek Yokuşu'ndan inerken gözüme takılan mimozalara tekrar bakmak istiyorum. Güzelleşmekle ilgili kitabımı bir an önce bitirmek istiyorum. Beni eve bağlayan (hastalıkla değil tedaviyle ilgili) geçici sıkıntılarım bitsin istiyorum. Torunla oynamak istiyorum. Hiç tanımadığım küçük filozof Nil Karaibrahimgil ile röportaj yapmak, ne kadar eski olursa olsun atmaya kıyamadığım terliklerimin yenisini almak, Hüsrev'de tekrar kurufasulye yemek, Arnavutköy'de köfte ısmarlamak, Set balıkçısına gitmek, mimoza anjine benzer alerji yaptığı halde bahar çiçekleriyle süslü salonda pazar günü Mozart dinlemek istiyorum. Daha o kadar uzun ki liste!
ARTIK KORKMUYORUZ Bu gece Show TV'de Türkiye'nin Yıldızları'nın finalini "Kim kazanacak?" diye konuşurken prodüktörümüz Suavi Doğan ilginç bir şey anlattı. Galiba bir akrabası hastaneye gitmiş. Bekleme odasında şöyle bir konuşmaya şahit olmuş. "Şekerim bizim Sabiha var ya, o da olmuş...", "Ne olmuş?" "Filiz Akın'ın kanserinden." İlk tepki olarak güldüm. Düşünsenize hanımlar aralarında bir modadan bahseder gibi konuşuyorlar. Diğer taraftan "Çok mu yaygın?" diye dehşete düşüyor insan. Bence değil. İnsanlar artık daha farkındalar. Dikkatliler. Erken teşhisle daha çok ortaya çıkıyor belki ama tedavisi zor da olsa mümkün olması korkutmuyor eskisi gibi. Bir keresinde ölüm ve mezar üzerine Levent Kırca bizi o kadar güldürdü, o kadar güldürdü ki! İki kelimede korkunçluğunu kaybettiler benim için. Sinema çıkışında bir hanım geldi yanıma. "Kanser teşhisi konduğunda altı aylık hamileydim. Benimle beraber bebeğim de kemoterapi aldı. Şimdi iyiyiz. Beraber kontrollerimize gidiyoruz. Kitabınız bana umut oldu. Şimdi ben de diğer kanser hastalarına yardım etmek isterim" deyip kartını uzattı. Yanaklarından öpüp sarıldım.
|