Bir Atıf Yılmaz vardı
Ağabeyim gibi bir tek yakınım vardır. Ona da "amca" derim, kızar. Pek kimseye "ağabey" diyemem. Ama o hepimizin "Atıf ağabeyi''ydi. (Pardon, bir de kaybettiğimiz bir başka efsane insan; Sadri Alışık, "Sadri ağabey" vardı.) Bir iki ay önce bir filmden çıkarken görmüştük onu. "Atıf ağabey hiç yaşlanmıyorsun," deyince "Sen de öylesin! Tedaviden sonra fıstık gibi olmuşsun," diye moral vermişti. Geceleri derin dondurucuda yatıp ertesi gün istediğinde taptaze ortalara çıkan, zamanı durdurmuş biriydi. En önemlisi gözleri... Bakışı gençti. Nazar değdi ona. Hastalandı sonra da kaybettik. Oysa eminim aklında daha yapmak istediği bir sürü film projesi vardı. Şanslıydı. Deniz Türkali gibi onu sahiplenmiş, hastalığını bile morali bozulmasın diye ondan saklayan, sonuna kadar kaliteli yaşaması için savaş veren biri vardı yanında. Uzun zamandır hasta olduğu ve hastalığı ona söylenmediği için ziyaret etmemi isteyip istemediğini sormuştum. Ben de hastalığım sırasında işkence kampından çıkmış gibi; dazlak kafa ve kolunda serumuyla dolaşan çaresiz biri olarak görülmek istememiştim. Sonu kötü bitse bile (Zaten aksini düşünmedim, nasıl olsa iyileşip dönecektim) hafızalarda eskisi gibi kalmayı tercih ediyordum. Herhalde o da öyle düşündü.
'HAYATTAN KEYİF ALDI' Türk Sineması'nın en önemli yönetmenlerinden, entelektüellerinden birini kaybettik. Üretkenliğinden dolayı çok esere imza attı. Belki de onun kadar film yapmış iyi bir yönetmen yoktur dünyada... Köy, kasaba, kentte yaşam ve sorunlarını dile getirdi. En büyük özelliği hayata devamlı kendisiyle de alay eden bir mizah optiğinden bakıp çevresine muzipçe gülmesiydi. Yalnız sinemada değil hayatta da keyif almakta ustaydı. Sadece işinde, sette, çekimde istediği resmi ve oyunu alamayınca sertleşecek kadar ciddiydi. Onu esas farklı kılan kadınların yaşadığı sorunları ve kimliği üzerinde risk bile alacak filmler yapmasıydı. Pek çok ödül kazandı. Biz kadınlar, sinema gibi en çok izleyicisi olan bir sektörde anlatılmış olduğumuz için ona çok şey borçluyuz. En azından ben, "Utanç" gibi başyapıtlardan sayılabilecek bir filmde birlikte çalışmış olmaktan dolayı teşekkür borçluyum. Cenazesine ve Emek Sineması'ndaki törene gidemedim. O sabah çok kötü oldum. Ya ikiz kardeşim gibi arkadaşım Tuncay'ın cenazesinden sonra yasaklandığı için ya onu da kanserden kaybetmekten ya da ölümle yüzleşmek sarstığı için yapamadım. Beni en çok etkileyen tam da kendi gibi gülen, veda eder gibi el sallayan resmiydi. Onu hep takdir ve sevgiyle anacağız.
'ZİNGARO MÜTHİŞ' İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın daveti üzerine uzun süredir beklenen, zekâ sahibi insanla duyguları simgeleyen at arasında ilişkiyi ele alan sözsüz masalı anlatan ve "4. Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları" kapsamında gösterilen Zingaro'nun İstanbul'da başlattığı dünya prömiyerine gittik. Balkan müziğinin hızlı ritmi, akrobat oyuncuların coşkusuyla özgürlük, tehlike ve beceri kavramları etrafında dönen 90 dakikalık nefes kesici bir serüven... Öyle her zaman görülebilecek bir şey değil. 25 Mayıs'a kadar kaçırmayın.
OYLUM'UN HEYKELLERİ Babası da heykeltıraş olan Oylum Ökten İşözen'nin sergisine gidince şaşırdım, çünkü ben onun hobi olarak yaptığını sanıyordum. Çok zor bir teknikle yaptığı bronz palyaçolarla insanın her türlü halini aktarmış; o zarif, kendi gibi güzel, duygu yüklü heykellere... Zaten daha ilk gün çoğu satılmış. 20 Mayıs'a kadar Nişantaşı Dirimart Galerisi'nde; görünce hak vereceksiniz.
|