Bir fabrika bir kentin kültürünü yok etti!
Sanki bir Fransız kasabasıydı!.. Entelektüel yaşam oradaydı. Her köşede Fransız usulü kaldırım kahveleri vardı. Sahil ise sanki Fransa'nın Nice kenti gibiydi... İnsanlar modern... Yaşam 24 saat! Bütün bu gelişim noktasının 1939'a kadar Fransız kültürünün eseriydi. İşte böyle bir kentte elbette öğretim de öyleydi. Bizim lise de öyleydi... En önemli ders resimdi...
İSKENDERUN DEĞİŞTİ VanGogh'u bilmeyen ya da Gauguin'i anlamayan, Monet'i sevmeyen Toulouse- Lautrec'in yaşamını anlatamayan sınıfta kalırdı. (Yıl sonu sergilerine resmim seçildiği zaman sanki Louvre kabul edilmiş gibi olmuştum!..) Daha önemli ders ise müzikti. Mozart sanki bir numaralı dersti. Bethowen'i dinlemeyen sınıfın yüzünü bile göremezdi. Bu kültür kenti İskenderun bir değişimle yok oldu. Hem de birkaç ay içinde!... İskenderun'a Demir Çelik fabrikası kurulunca doğudan 30 bin işçi aileleri ile geldi. Bu yeni bir kültürdü.. Bu yeni yaşam biçimi eski yaşamın önüne geçti. Hiç kimse bu değişimin önünde duramadı. Bir anda gecekondular oluştu. Varoş yaşamı, kent yaşamının önüne geçti, o balık lokantalarının yanına kebapçı lokantaları açıldı. Sofralardan şaraplar atıldı, anason kokulu rakılar servise kondu. Dahası sahillerde ki gazinolar da Elvis Presley, Engelbert Humberding, hatta Jimy Hendrix bile sustu. Yerine sadece Orhan Gencebay'ın şarkıları çalmaya başladı. "Batsın bu dünya..." Değişen bu yaşam biçimi sanki şehrin üstüne bir kabus gibi çökmüştü. Sahilde o neşeyle dolaşan genç kızlar genç çocuklar yok olmuştu. Onların yaşam dolu sevinç çığlıklarının yerine sadece çekirdek yiyen ve tükürerek yerleri kirleten gruplar almıştı. Elbette bu da onların yaşam biçimiydi. Bu yaşam biçimi İskenderun kendini alt üst etmişti. Bir fabrika işçiler topluluğu çağdaş bir kentin yaşam biçimini yok etmişti. Peki O kent geri geldi mi ? O modern yaşam, o yeni misafirleri ile yeniden hayat buldu mu? Hayır...
ÜNİVERSİTE KENTLERİ Hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bir kentin kültürü bir fabrika ile ölmüştü. Binlerce yıllık bir yaşam biçimi bir demir çelik fabrikası ile yok olmuştu. Neredeyse iki haftada bir başka kentte iki gününü geçiren biri olarak şunu yazıyorum ki; kentleri çağdaş yapan en büyük güç gençler. Bakınız... Bir tanık olarak anlatıyorum; siz hiç Eskişehir'e gittiniz mi? Gitmediyseniz sakın şaşırmayın. Kentte ki o çağdaş havayı soluklarken şaşıracaksınız. Porsuk Nehiri'nin kıyısı sanki bir Amsterdam gibi... Peki siz hiç Malatya'ya gittiniz mi? O köşelerde ki kahvelerde çağdaş müziğin nağmesi sizi şaşırtacak. Elbette örnekleri sıralayabilirim: Van'a, Samsun'a Erzurum'a Adana'ya gittiniz mi? Bu kentler Türkiye'nin gençlik yüzleridir. Türkiye'nin geleceğidir. Bu kentlerde ki yaşam biçimini değiştiren güç Üniversitelerdir! Çağdaş bir kent İskenderun'un yüz yıl geriye gidişine gençliğinde tanıklık etmiş bu satırların yazarı, üniversitelerin kentlere nasıl çağdaş yaşam biçimi verdiğine de tanık oldu. İskenderun Lisesinde bir gece sabaha kadar Mozart dinlediğim için beni okuldan mezun eden Müdür Necmettin Melek'in ne kadar inanılmaz büyük bir öğretmen olduğunu bugün öyle çok anlıyorum ki! Bize ne öğretmişti: Resim, müzik ve spor... Zaten hayat bu değil mi?
|