|
Cehennemin kapısını aralayan adam
|
|
Batı dillerinde Latince kökenli bir sözcük var: "Posthum". Ölümden sonra demek. Kalust Gülbenkyan'ı anlatmak için ondan daha uygun sözcük bulamadık. Çünkü ölümünden yarım yüzyıl sonra ruhu İstanbul'da dolaşıyor, laneti ise Ortadoğu'da.
Elbette er ya da geç birileri kanıtlayacaktı Ortadoğu'da zengin, dünyaya yüzlerce yıl yetecek kadar zengin petrol yatakları olduğunu. Şans ona güldü. Daha doğrusu piyango ona vurdu. Hem de oralara kadar gidip gözleriyle görme zahmetine bile katlanmadan. Ve bu buluş sayesinde Amerikan, İngiliz, Fransız petrol şirketleri ve de elbette o, dünya tarihinde o güne kadar görülmemiş servetlere ve güce kavuşurken, tek günahları binlerce yıldır bu coğrafyada yaşamak olan halklar ile o toprakların sahibi Osmanlı ise çok ama çok ağır bedeller ödemek zorunda kaldı. Daha doğrusu ödemek zorunda bırakıldı: 600 yıllık imparatorluk tarihe karıştı, "Bölyönet" politikalarının piyonu haline gelen halklar birbirlerine düşman oldu. Oluk oluk kan aktı. Hala da akıyor. Son kuyudaki son petrol damlası tüketilinceye kadar da akmaya devam edecek.
PETROL TARİHİNİN ÖNCÜLERİNDEN Yazının, yasaların, hukukun, uygarlığın, özetle insanlık tarihinin beşiği Ortadoğu'dan söz ediyoruz. Ve de bir zamanların yeryüzü cenneti olan bölgenin tarifi imkansız cehenneme dönüşmesinde -haklı ya da haksız- başrollerden birini oynayan Kalust Gülbenkyan'dan. Petrol tarihinin ilk değilse bile ikinci sayfasından itibaren sıklıkla adına rastlayacağınız "Bay yüzde 5"ten. Irak'ın iç savaş uçurumuna yuvarlanmak üzere olduğu şu günlerde, adı yüzyılın başından bu yana süregelen trajedilerle ve bölge halkının sonsuz acılarıyla -ama haklı ama haksız- özdeşleşen adamın defterini açmamızın bir nedeni var: Emirgan'daki Atlı Köşk'te, yani Sakıp Sabancı Müzesi'nde Kalust Sarkis Gülbenkyan Vakfı koleksiyonundan hepsi de birbirinden değerli, paha biçilemez 111 eser sergilenmeye başladı. Serginin adı: "Lizbon Calouste Gulbenkian Müzesi'nden Başyapıtlarla Doğu'dan Batı'ya Kitap Sanatı ve Osmanlı Dünyasından Anılar." Bir başka değişle, bu coğrafyadan kazanılmış paralarla bu topraklardan toplanmış paha biçilmez uygarlık tanıkları, vatanlarına döndü. Konuk olarak. Beş haftalığına. Kalust Gülbenkyan'ın Musul-Kerkük petrollerindeki yüzde 5 payından kazandığı milyarlarca doları, hayırlı bir işte, başta Osmanlı olmak üzere Ortadoğu uygarlıklarının sessiz tanıklarının yok olmaktan kurtarılmasında değerlendirmiş olması, tek teselli ya da hafifletici neden olabilir mi? Bu gerekçe onu aklar mı? Karar sizin, hüküm tarihin. Dünyanın ilk tarihçisi ve gezgini Halikarnaslı Herodot kitaplarında, Fırat ile Dicle arasında kalan ve Mezopotamya denilen bölgede halkın, yaralarının kapanması için topraktan sızan ve zaman zaman tutuşan koyu siyah bir sıvı sürdüklerini nakleder. Ve halkın bu maddeye 'neft' adını verdiğini belirtir. (Bugün bile bu sözcük Arapça'da petrol anlamına geliyor.) Dahası, kutsal kitaplara da kaynak oluşturan Mezopotamya efsanelerinde Hazreti Nuh'un gemisini 'neft' ile sıvadığı anlatılır. M.Ö. 5'inci yüzyılda bölgeyi dolaşan Herodot'tan yaklaşık 130-140 yıl sonra ordusuyla aynı toprakları çiğneyen Büyük İskender'in Kerkük'ten geçerken Babagürgür'de ateş küresi halinde göğe yükselen petrol yataklarını gördüğü, hatta hem halkın hem de askerlerin onun dikkatini bu harika maddeye çekmek için yollara neft döküp yaktıkları rivayet edilir. Herodot'tan önceki çağların da bir petrol tanığı var. Hem de İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde: Sümer Kralı Adab'ın heykelinin göz çukurları asfaltla boyalı. H e r o - dot'tan sonraki çağların en ünlü tanığı ise 13'üncü yüzyılda Marco Polo oldu. Ama Kerkük'ün değil, Kafkas petrollerinin. Çin'i dünyaya tanıtan, hatta açan kaşif, gezi notlarına şöyle bir not düştü: "Büyük Ermenistan sınırlarına yakın bir yerde, Gürcistan yönünün tam tersi istikamette, yağlı bir sıvı kaynağı dikkatimi çekti. Bu sıvı kaynaktan zaman zaman 100 kadırgayı dolduracak kadar güçlü püskürüyor. Ancak sözünü ettiğim sıvı yenilir cinsten değil. Sadece yakmaya yarıyor. Bir de uyuz hastalığına yakalanmış insanlara ve hayvanlara sürülüyor, develerdeki yaraların tedavisinde kullanılıyor." Tarif ettiği bölgenin haritasında parmaklarını gezdirenler nedense Erzurum'un üstünde duruyor. Ama bugüne kadar buralarda petrolün izine rastlayan olmadı.
İSTANBUL'DA ÜSKÜDAR'DA DOĞDU Kalust Gülbenkyan efsanelerle gerçeklerin iç içe geçtiği, nereye kazmayı vursanız petrolün fışkırdığı böyle bir coğrafyada, 1869 yılında Üsküdar'da dünyaya geldi. Ailesi Kayseri'nin Talas ilçesinden İstanbul'a taşınmıştı. (Talas'ın Harman Mahallesi'ndeki Han Camii daha önce Gülbenkyanlar'ın dua ettiği Ermeni kilisesiydi.) Baba Gülbenkyan, Marco Polo'nun sözünü ettiği bölgenin bir parçasında, Azerbaycan'da petrol işine yatırım yapmıştı, hatta birkaç kuyusu olduğu söyleniyordu. Ayrıca halıdan çiniye kadar Osmanlı'nın tüm klasik ürünlerini ihraç ediyor, Batı'nın yaygın tüketim mallarını ithal ediyordu. Osmanlı topraklarının tüm büyük kentlerinde ticarethaneleri vardı. Ayrıca Paris, Londra, New York gibi Batı'nın büyük kentlerinde de. Varlıklı bir ailenin oğlu olarak dünyaya adımını attığı andan itibaren şans perisinin kanatları altına giren Kalust Gülbenkyan ilk eğitimini Kadıköy'deki Aramyan Uncuyan İlkokulu'nda aldı, ardından Saint Joseph Lisesi'nin orta bölümünde okudu. Babasının onunla ilgili büyük projeleri vardı. 13 yaşında Marsilya'ya gönderdi lise öğrenimi için. Sonra Londra'ya aktardı. Orada "King's College" de mühendislik okudu, parlak dereceyle mezun oldu. 1891'de, 22 yaşında Kafkasya'yı dolaştı, Bakü'deki -ailesine ait- petrol kuyularında inceleme yaptı. Gezi izlenimlerini "Kafkaslar ve Apşeron Yarımadası" başlıklı bir kitapta topladı. Apşeron, Bakü'den sonra Hazar Denizi'ne uzanan yarımadanın adıydı. Kitabın birçok bölümü "Revue des Deux Mondes" dergisinde (İki Dünya Dergisi) yayınlandı. Başlığı geleceğin habercisiydi: "Yeni enerji kaynağı: Petrol". (1850'lerden itibaren Batı'nın tanıdığı ama stratejik önemini kavrayamadığı petrol, o sırada dünyada sadece üç yerde yeryüzüne çıkarılıyordu: ABD'de Teksas eyaletinde, Romanya'da Ploeşti'de ve Azerbaycan'da Bakü'de.) Bu yazılar Osmanlı Maadin Nezareti'nin (Madenler Bakanlığı) dikkatini çekti ve Gülbenkyan'dan imparatorluk topraklarındaki ama özellikle de Mezopotamya'daki petrol yataklarıyla ilgili araştırma yapmasını istedi. O da hiç bölgeye gitme gereğini duymadan, "Kerkük'ten Kuveyt'e, Arap yarımadasına kadar Mezopotamya topraklarının altında petrol denizi bulunduğunu" anlatan bir rapor yazdı.
TURKISH PETROLEUM COMPANY Aslında Osmanlı çoktan biliyordu bu gerçeği. 1881'de İngiliz gezgin William d'Arcey, Kerkük ve çevresini adım adım dolaşmış, bölgede petrol bulunduğunu, halkın bu maddeyi yakarak aydınlandığını görmüş, dönüşünde de izlenimlerini hükümete ve işadamlarına uzun uzun anlatmıştı. Derhal harekete geçen İngiliz şirketleri Osmanlı'ya işletme hakkı izni için baskı yapmaya başlamışlardı. Onları Almanya'nın girişimleri izlemişti. IV. Murat döneminde, 1628'de Kerkük'ün "neft" bölgelerinin imtiyazını Kerkük'ün önde gelen Türk ailelerinden Neftçioğulları'na bahşetmiş olan Osmanlı bu baskıları savuşturmak için çok farklı bir strateji izledi: II. Abdülhamit, Neftçioğlu ailesinin güçlü İngiliz gruplarına karşı direnemeyeceğini düşünüp, Musul ve Kerkük'ün petrol bölgelerini "Memaliki şahane", yani "Padişahın mülkü" ilan etti. Ancak 1908'deki II. Meşrutiyet'ten sonra İttihat ve Terakki'nin iktidara gelmesi tüm verileri değiştirdi. Çünkü yeni yönetim II. Abdülhamit'in "Memaliki şahane"sini Ticaret ve Ziraat Nezareti'ne devretti. Sonra da Hazine'ye. Çünkü çıkaracağı istikraz (borçlanma) kağıtlarına teminat olarak gösterebileceği bir oralar vardı elinde. Ardından Musul yakınlarındaki Gayyare'nin 2 kilometre batısına düşen Aynılgazel'deki petrol yataklarını Almanlar'a bir yıllığına kiraladı. İşletmenin finansmanını "Deutsche Bank" sağladı. Tabii İngiltere ayağa kalktı, hakkını istedi. Yönetim, görüşmeleri yürütmek üzere Maliye Nazırı Cavit Bey'i Londra'ya gönderdi. Cavit Bey, konunun uzmanı Kalust Gülbenkyan'ı da yanında götürdü. Ancak Sadrazam Sait Halim Paşa kısa süre sonra Cavit Bey'i acilen İstanbul'a çağırınca müzakereleri yürütme ve sonuçlandırma yetkisi Gülbenkyan'a verildi. 19 Mart 1914'te anlaşma imzalandı: "Turkish Petroleum Company" adıyla bir şirket kurulacaktı. Bu şirketin hisselerini, yani sermayesini "Turkish National Bank" (adına aldanmayın, Osmanlı Bankası'na rakip olarak kurulan İngiliz bankası), "Deutsche Bank", "Anglo Persian Company" (günümüzdeki British Petroleum) ve İngiliz-Hollanda ortaklığı "Royal Dutch Shell" paylaşacaklardı. Ve gösterdiği çabalara karşılık Gülbankyan'a yüzde 5 pay vereceklerdi. I. Dünya Savaşı patlayınca, Almanlar'ın hissesi donduruldu ve İngiliz hükümetine emanet edildi. Gülbenkyan, savaştan sonra Fransa'ya o hisselere "Harp tazminatı" olarak el koymasını tavsiye etti. Böylece Fransa da Ortadoğu'nun petrol arenasında yerini almış oldu. Artık Osmanlı yoktu. Irak da İngilizler'in eline geçmişti. "Türk Petrol Şirketi"ni tarihe gömme zamanı gelmişti. Yine Gülbenkyan'ın girişimiyle ve hazırladığı anlaşmayla 1928'de "Turkish Petroleum Company"nin yerine "Iraq Petroleum Company" kuruldu, sermayesi 4 şirket arasında dağıtıldı: "Anglo- Persian Oil Company" (yukarda da belirttik, günümüzdeki British Petroleum), "Royal Dutch-Shell Group", "Compagnie Française de Petrole" (günümüzde Total) ve "Near East Development Corporation" (Standard Oil / New Jersey ile Socony Mobil Oil ortaklığı). Hepsinin de yüzde 23.75'lik hissesi olacaktı. Kalan yüzde 5 ise yine Gülbenkyan'a verilecekti. Hizmetlerine ve dağıtılan şirketteki hakkına karşılık. Ve Gülbenkyan "Bay yüzde 5" unvanıyla petrol ve Ortadoğu tarihinde yerini alacaktı. 1928'deki o anlaşmadan sonra 27 yıl daha yaşayacaktı. Paris'te, Londra'da, New York'ta. II. Dünya Savaşı'nın en civcivli günlerinde, 1942'de ilk kez gittiği Lizbon'a hayran olacak, aradığı huzuru orada bulacağını anlayacaktı. Portekiz başkentindeki Aviz Oteli'nde son nefesini verdiğinde takvimler 20 Temmuz 1955 tarihini gösteriyordu. Ardında da göz kamaştırıcı bir servet bırakıyordu: En az 3 milyar dolar. Paha biçilmez sanat eserleri koleksiyonu hariç.
SERVETİNİ VAKIFLARA BIRAKTI Gülbenkyan'ın 1892'de Osmanlı tebaalığının yanı sıra İngiliz yurttaşlığını da aldığını, aynı yıl Londra'da Nevart Essayan ile hayatını birleştirdiğini, bu evlilikten iki çocuğu olduğunu (1896'da Kadıköy'de dünyaya gelen Nubar ve 1900'de Cannes'da doğan Rita Sivarte), vasiyetinde servetini Ermeni dernekleri ve adını taşıyan vakıf arasında paylaştırdığını, ayrıca çocuklarını, akrabalarını ve de sadık adamlarını yaşamlarının sonuna kadar maaşa bağladığını ekleyelim ve tarihteki bu uzun üstelik hayli buruk- yolculuğumuzu Lizbon'da noktalayalım. İşte çocukluğunda harçlıklarıyla başladığı rivayet edilen koleksiyonuyla ilgili olarak "Fundaçao Calouste Gulbenkian", yani Kalust Gülbenkyan Vakfı'nın kayıtlarında yer alan bilgiler: "Gülbenkyan'ın paha biçilmez resim koleksiyonunda Bouts, Van der Welden, Turner, Romney, Lawrence, Fragonard, Corot, Renoir, Nattier, Boucher, Manet, Degas ve Monet tabloları da bulunuyor. Gülbenkyan ayrıca eski Mısır heykelleri, Osmanlı çinileri, el yazmaları, nadir kitaplar, Suriye cam eşyaları, Fransız mobilyaları, Şark halı ve kumaşları, Avrupa sarayları kuyumcularının mücevherleri, antik Yunan para ve madalyonları koleksiyonları da bıraktı. Gülbenkyan 6 bin parçayı aşan sanat koleksiyonunun tek çatı altında toplanmasını arzu etti. Bu dileği ölümünden sonra 1960'ta gerçekleşti: Hepsi Lizbon'daki vakıf ve müze binasında bir araya geldi." Lizbon'a yolu düşenler 25 bin metrekarelik alana yayılan vakıf ve müzede Gülbenkyan'ın Musul-Kerkük petrollerindeki yüzde 5 payıyla edindiği servetin ipuçlarını görebilir. O imkana sahip olmayanlara ise Atlı Köşk'teki paha biçilemez 111 eserin sergisini kaçırmamalarını -şiddetle- öneririz. Bu coğrafyada sadece petrol değil, -bir zamanlar- sanat ve bilim de fışkırdığını gözleriyle görmeleri için. Gülbenkyan'la ilgili yargılarını da ancak o büyüleyici koleksiyonu gördükten sonra vermelerini tavsiye ederiz. Yanlış anlamazlarsa.
|