|
|
|
|
|
|
Atsak atsak ne atsak?
Ünlü yazar Milan Kundera, bir kitabında şöyle bir ayrım yapmış: "Kimi insan kendini tanımlarken nesneleri ekler, kimi hayatındaki nesneleri eksilterek yapar bunu." Eşyalarla ilişkimiz sanıldığı kadar basit değildir; her konuda olduğu gibi burada da psikolojik mekanizmalar hareket halindedir. Mesela bazıları eskiyen eşyalarını kolay gözden çıkarır. Hatta kitapları okuduktan sonra hemen atanlar vardır. Bazıları ise nesnelere bağlanır. Hayır, maddi bir takıntıdan söz etmiyorum. Manevi bir ilişki sözünü ettiğim. Ben ikinci kategorideyim. Eşyaları kolay kolay gözden çıkaramam; onlarla bir ilişki kurmuşumdur. Mesela saatler boyu maç ya da film seyrettiğim kanepe... Üstünde yazı yazdığım, yemek yediğim masa... Alışkanlık ve bir nevi sevgi bağı oluşur. Çöpe gitmeyeceğini, birisinin işine yarayacağını bilsem... Tamam! O zaman kolayca veririm. Sevinirim de... Bir arkadaşım geçen gün şöyle dedi: "Duvara yerleştirilen, plazma tipi, düz ekranlı televizyonlara geçmemiz gerekiyor. Gidişat o yönde. Ama 10 yıldır bana şahane hizmet veren eski televizyonumu ne yapacağım? Asla atamam!" Benzeri bir sorun benim başımda da var. Kastettiğim televizyon değil. Diğer eşyalar. Nasıl etmeli de çöpe atmadan, evden uzaklaştırmalı? Tabii bunu yaparken zamanlamaya da dikkat etmek gerek. Yeni bir masa almadan eskisini veremezsin. Öte yandan, eskisi kullanıldığı sürece, yenisini almak için de harekete geçmiyor insan (yani ben!). Bu açıdan bazen şansım yaver gitmiyor değil. Sağdan soldan eşya ihtiyacı olanların haberi geliyor. Güle oynaya eski bir TV'yi, sehpayı, yatağı veriyorum. O vakit üstüme bir ferahlama, tatlı bir mutluluk çöküyor.
Emre Aköz
|
|
|
|
|
|
|
|
|