| |
|
|
Pavyonda, barda Dede Efendi çalan müzik otoriteleri
Hepsi de tıkır tıkır çalışmakta olan bir dolu konservatuarımız var. Akıl edenden, kurandan, geliştirenden kullar razı, Allah razı olsun. Ne güzel bak; en kalifiye hocalar geliyor, rahle-i tedris veriyor gençlere. Ulusal müziğimiz ehil ellerde gelişiyor, nitelikli sanatçı adayları yetişiyor buralardan. Girmesi de, okuması da, mezun olması da zor okullar bunlar. Sanatta ve aşkta torpil olamayacağı için kollama, koruma, kayırma meseleleri yok denecek kadar az.
Ne yer, ne içerler? Buraya kadar her şey pek mükemmel. Ama şimdi madalyonun öbür yüzünü döndürelim. Bu okullardan mezun olan gençlerimiz ne yapar neler yapar bileniniz var mı? Yani halk müziği, sanat müziği, klasik müzik, enstürmantalistlik ve daha nice dalda uzman elinden yarı uzman mezun olan bu kardeşler ne yer, ne içer, nerede işler dersiniz.
Canlı müziğe can koyanlar Hemen söyleyeyim ki "kötü" yerlerde. Gidin İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de ve daha pek çok kentte barlara bakın. Türkü barlarına, caz barlara, hafif müzik, pop müzik çalınan barlara hatta içim yanarak söylüyorum pavyonlara, kirli mekanlara bakın. Çoğunda zorunlu olarak oralarda canlı müzik yapan, şarkı söyleyen konservatuar mezunu ya da öğrencilerini göreceksiniz. "Kötü yerlere" vurgu yapışım; "vay ne rezil yerler" anlamına kötü değil. O çocuklara verilen, vaat edilen iklimlere ters olması, öğrendikleri onca bilimsel bilginin, edindikleri akademik formasyonun tamamen zıttı işlerle iştigal halindeler diye söylüyorum.
Kurtuluş reçetesi Sarhoş naraları, uçmuş, kaymış, 'bi dünya' olmuş kafalar, rakıya şaraba, göbek atışlarına meze yapılan Dede Efendi, Münir Nurettin besteleri, Pir Sultan, Aşık Veysel, Karacaoğlan türküleri. Onları o mekanlarda görseniz sizin de içiniz sızlamaz mı? Peki bütün bunlara sebepler ve kurtuluşa reçeteler neler mi? Az öteye yazdım onları da...
|