| |
Makro ve mikro
Başbakan Erdoğan dün ihracattan turizm gelirlerine, iç borçlanma faizinden esnaf ve çiftçi kredilerinin faizine kadar bir dizi veri sıralarken, kendisine bağlı Türkiye İstatistik Kurumu da "yoksulluk" araştırması sonuçlarını açıkladı. Sonuç: "Makro"daki iyileşme "mikro"ya, yani vatandaşa pek yansımadı.
Bir yanda milli geliri 180 milyardan 350 milyar dolara çıkmış Türkiye, öbür yanda nüfusunun yüzde 27'si, 70.3 milyon vatandaşından 18 milyonu yoksulluğun pençesinde kıvranan Türkiye... Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı makro ekonomi verileri ile Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) "Yoksulluk" araştırması sonuçlarını yan yana koyduğunuzda ortaya çıkan tablo bu. Yani Türkiye zenginleşiyor ama bu zenginliği vatandaşlarına adil dağıtamıyor. Bir başka deyişle, Türkiye, yoksullukla mücadelede başarılı olamıyor. Tam tersine, yoksulluk kalıcı hale geliyor. TÜİK'in 2004 yılı verilerine dayandırdığı yoksulluk araştırmasının ayrıntılarında önemli mesajlar gizli. İşte birkaç bulgu: 2004'te beslenme ihtiyacını karşılayacak geliri bile olmayanların sayısı 894 bin kişiden 909 bin kişiye çıktı. 2002'de, yani krizi izleyen yıl bu sayının 926 bin olduğu düşünülürse, ekonomideki iyişleşmenin "Mutlak yoksul" kesime yansımadığı anlaşılıyor. Beslenebilen ancak diğer ihtiyaçlarını (giyim, ulaşım, yakacak) karşılayamayanların oranı yüzde 28,12'den 25,60'a geriledi ama kentliler ile köylüler arasında uçurum açıldı: Kentlerde bu gruba girenlerin oranı yüzde 22.30'dan 16.57'ye inerken, kırsal kesimde yüzde 37.13'ten 39.97'ye tırmandı. Anlamı: Anadolu yanıyor. Her 10 kişiden 4'ü sadece boğaz tokluğuna çalışıyor ya da yaşıyor. Oysa 2002'de kırsal kesimde besin dışı ihtiyaçlarını karşılayamayanların oranı "sadece" yüzde 25'ti. İki yılda 15 puan artmış. Erdoğan'a Mersin'deki protestonun ardında bu ürkütücü çöküş yatıyor. Devlet Bakanı Beşir Atalay, 2002 yılı yoksulluk araştırmasını açıklarken, "Bu sonuçlar hükümet için mesajdır" demişti. O mesajlar artık çığlığa dönüştü.
Reçete var ama ilaç yok Üstelik Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'nun iki katına çıkan desteğine, Yeşil Kart uygulaması yaygınlaşmasına, Dünya Bankası'nın sosyal riski azaltma programıyla yoksullara 500 milyon dolar kaynak aktarılmasına, bedava kömür ve kitap dağıtımına, belediyelerin yiyecek yardımına rağmen ortaya çıkan sonuç bu. Bir de o destekler olmasa kimbilir nasıl bir tabloyla karşılaşacağız. Zira TÜSİAD'ın araştırmasına göre, örneğin 1987'de yüzde 16.5 olan yoksulluk devletin kaynak aktarımıyla yüzde 15.5'e geriletildi. 1994'te de yine devlet transferleri sayesinde yoksulluk yüzde 17.2'den 14.5'e indirilebildi. ( Bu veriler bize bir şeyi daha gösteriyor: Türkiye'de yoksulluk 20 yılda neredeyse iki kat arttı. ) Yoksullukla mücadelenin reçetesi belli. Başında Kemal Derviş'in bulunduğu BM Kalkınma Programı raporlarında tek tek sayılıyor: Öncelikle eğitim ve sağlığa yatırımı artırmak. İkincisi kayıt dışı ekonomiyle mücadele etmek. Çünkü kayıtdışı insanları boğaz tokluğuna çalışmaya mahkum ettiği için yoksulluğun kronikleşmesinde çok önemli rol oynuyor. Üçüncüsü istihdam yaratıcı yatırımlar yapmak. Ancak hem kayıtdışının küçültülmesi, hem de istihdam yatırımlarının önünün açılabilmesi için bütçede kaynak yaratılması ve istihdam vergilerinin azaltması gerekiyor. 2006 bütçesine bakınca umutlanmak pek mümkün değil: Ne eğtim ve sağlığa yeterli kaynak ayrılabildi, ne altyapıya. Zaten 2006 bütçe gerekçesi ve 2005 Yıllık Ekonomik Rapor'daki hedefler herşeyi anlatmaya yeterli: Bu yıl yüzde 10'da seyredecek işsizliğin 2008'de ancak yüzde 9.8'e indirilebileceği tahmin ediliyor. İşsizliği çözmeden yoksulluğu yenen bugüne kadar görülmedi. Hatırlatırız.
|