|
|
Sizinki yiyor mu yoksa?
Yemek konusu tam bir derya. Dipsiz bir kuyu... Kimi çocuk daha doğuştan problemsiz. Bütün biberon mamalarını iştahla mideye indirip karşılaştıkları ilk sebze püresine bile ayılıp bayılıyorlar. Derken, sabahları anneler tarafından ısrarla sunulan bisküvili bulamacı da seviyorlar. İçinde annenin o günkü ruh haline dayalı olarak ilave edilmiş ek besinler bulunabiliyor bu bulamacın. Mesela şöyle bir şey; bisküvi, süt, az miktarda kaşık maması, ceviz, pekmez, yumurtanın sarısı... Bazı anneler muz veya elma, havuç püresi de koyuyorlar bu karışıma. Diyorum ya, kimi bebek hiç itirazsız yiyor bunları. Kimisi de istemiyor, kafasını çeviriyor, kusuyor, ağlıyor, bağırıyor. Bu durumlarda anneler kendilerini gerçekten çok çaresiz hissediyorlar. Çocuklarının gelişimi için o bulamacın bitmesini şiddetle arzu ediyorlar, o biter bitmez de yeni bir hedef beliriyor önlerinde, öğle yemeği! Bunun için de önceden hazırlıklar başlıyor. Ispanak püre haline getiriliyor mesela, sonra kıymalar defalarca çektiriliyor, meyveler bin kez yıkanıyor. Çeşitli kombinasyonlarla bebeğin en sağlıklı şekilde büyümesini sağlamaya çalışan anneler için bir süre sonra bu yeme içme işleri hayatın merkezine oturuyor ve uzun bir süre boyunca da anneler bu işe kafayı fena halde takmış bir halde ortalarda dolaşıyorlar. Çocukları yemek yemeyen anneler kendilerini çoğunlukla suçlu hissediyorlar, iyi bir anne olamadıklarını düşünüyorlar, bu kesin. Bu yüzden de çevrelerinde yemek yiyen bütün bebekleri kıskanıyorlar. Sonra bütün tarifleri okuyor, bütün kalori hesaplarını bu kez kendi çocukları için yapıyorlar. Şiddetle mucizevi bir iştah şurubu arıyor, soruyor, soruşturuyorlar. Ancak tabii, sadece yan etkisi iştah açmak olan bir alerji ilacından başka bir şey çıkmıyor karşılarına. Derken efendim, bir süre sonra teslim bayrağını çekiyorlar. Yani nedir? Kabulleniyorlar. Nasıl kabullenmesinler ki? Bakın size bir örnek vereyim. Ben kesinlikle yemek yemeyen bir çocuktum. Diyetisyenlere, şunlara bunlara götürüldüm, türlü şurup içtim, cebimde kayısılarla dolaştım ama neredeyse otuz yaşıma kadar "ay ne kadar zayıfsın!" tümcesinin bin türlü versiyonunu dinleyerek gezdim. Çocukluğumda yemediğim köfteleri halının üzerine atar, annem masada değilse yiyemediğim her şeyi çaktırmadan başkalarının tabaklarına aktarırdım. Saatlerce babamın kucağında oturur, annemin anlattığı masalı dinler ama ancak tabağımdan iki kaşık pilavı bitirmiş olarak kalkardım. Anlayacağınız annemin her türlü çabasına karşın yemek yemeyi sevmedim ve yemedim. Derken ne oldu dersiniz? Aynen böyle bir kızım oldu benim de. Evet tabii, onun arkasından tabakla koşmak hiç işime gelmiyor. Her gün üç öğün için üç masal, üç oyun ve üç peygamber sabrını bir yerlerden bulup çıkartmak hiç kolay değil. Ama yapıyorum işte. Yesin, biraz daha yesin ve Afrika değil de Avrupa standartlarına göre normal bir kilosu olsun istiyorum ama olmuyor. Diyeceğim o ki; bu iş istemekle olmuyor. Kimi çocuk hakikaten yiyor. Kimi çocuk hakikaten de yemiyor. Olay bundan ibaret.
ECE ARAR EMENER
|