|
Fatoş Güney: "Yılmaz'dan sonra iki ilişkim oldu ve ikisi de 7'şer yıl sürdü"
|
|
Sinemanın "Çirkin Kralı" Yılmaz Güney'in eşi Fatoş Güney, Atilla Dorsay'a samimi açıklamalarda bulundu. Fatoş Güney, eşinin ardından yaşadığı aşklara ilişkin ilk kez konuştu "Bugün en pişmanlık duyduğum konu, bir Yılmaz Güney filminde oynamamış olmak. Aslında oyunculuğu hep düşündüm ama aile yapım uygun değildi. Yılmaz da bu işlerle ilgilenmeme izin vermedi".
Fatoş Güney'le çok uzun zamandır görüşmemiştik. Günler akıp gidiyordu oysa, geçen eylül ayında Yılmaz Güney'in ölümünün 21. yılı anılmıştı. Hayatının şu döneminde kendisini nasıl hissediyordu Fatoş? Ve ileriye dönük neler vardı? "İyi hissediyorum, güçlü ve umutlu hissediyorum. Kendime sıkı yönetim ilan ettim: asla kötümser olmuyorum. Yılmaz Güney Vakfı'nın 14 yıl sonra başarılı olduğuna inanıyorum. Onun bütün arşivlerinin değerlenmesi, toparlanması, kitap ve senaryolarının yayınlanması, filmlerinin restorasyonları. Bunları yapabildik. 'Yol', 'Duvar', 'Endişe' yenilendi. Özellikle 'Yol'un tümüyle yeniden seslendirmesini ve efektlerini yapmak zorunda kaldık. Dönemin kültür bakanı Fikri Sağlar'ın yardımıyla... Ama şimdi, elimizde bulunan 14 Yılmaz Güney filminin hepsini British Film Institute'ün yardımıyla onarıyoruz. Bunların negatiflerini zaten onlar koruyor. Sen çok iyi biliyorsun, Yılmaz'ın 104 adet filminin negatifi-pozitifi 12 Eylül döneminde toplattırıldı ve bilinçli şekilde yok edildi. Kalanları kurtarmaya çalıştık. Bunların VCD'lerini bastık, şimdi DVD'lerini de çıkarmaya başladık. Peki niye umutluyum? Yaşanan bunca acıya rağmen? Çünkü, Yılmaz'a karşı olan ilgi hiç tükenmeden, hiç azalmadan süregeliyor. Vefakar halkı, seyircileri var. Ama en önemlisi, genç kuşaktan insanlar var. Onları film çıkışlarında, kitap fuarlarında görüyoruz, buraya gelip bir şeyler yapmak isteyen insanlar. Aslında çok çok başarılı olduğumu söyleyemem. Yeni projeler üretemedik. Örneğin yeni filmler, diziler ya da işte gençlere yönelik, onlara eğitim alanında yardımcı olma gibi alanlarda yeni kaynaklar üretemedik, ancak kendi yağımızla kavrulduk. Bu konularda, en azından filmlerin bulunması ve restorasyonu konusunda devlet desteği kesin gerekirdi. Ama olmadı."
EVLİLİĞİMİZİN İLK GÜNLERİ "Konuşurken mücadele' dedin. Hala mı bir mücadele söz konusu?" "Evet. Şu vakfa hemen her gün mesai veriyorum, pek çok arkadaş dayanışma için burada. Ama profesyonel bir kadro kuramıyoruz. Yılmaz'ın bir sözü vardı: 'Bazı dönemlerde başlı başına varolmak, ayakta durabilmek bile büyük bir mucizedir' derdi. Ben bunu sonradan çok iyi anladım. Özellikle Türkiye gibi çalkantılar içerisindeki ülkelerde, böylesi kurumları ayakta tutmak, başlı başına bir mesele." Agah Özgüç'ün geçenlerde yeniden yayınladığı "Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney" kitabına bakarken, nasıl hüzünle dolduğumu anlatıyorum: tüm o filmlere ne oldu, nerelere kayboldular? Agah bize Yılmaz'ın oyuncu, senaryo yazarı ve yönetmen olarak karıştığı tam 111 filmden söz ediyor. Fatoş Güney ellerindeki 14 filmi sayıyor. Peki diğerlerine ne oldu? O güzelim Doğu western'i "Acı" ne oldu? "Vurguncular" nerede? Yılmaz'ın hapiste senaryosunu yazıp başkalarına emanet ettiği "Bir Gün Mutlaka" veya "İzin" neredeler? Yalnızca Güney'i değil, Türk kültür tarihinin önemli bir bölümünü temsil eden bu filmlere ciddi bir devlet ilgisi, Batı normlarında bir koruma/kurtarma çabası ne zaman başlayacak? Ne yazık ki Fatoş Güney de tüm iyimserliğine rağmen, bu konuda yeni bir şeyler söyleyemiyor. Fatoş'a soruyorum: "Kimse onu senin kadar iyi tanımadı. Eğer Yılmaz bugün hayatta olsaydı, 20 küsur yıl sonra sence o yıllarda sahip olduğu politik fikirleri aynen yine benimser miydi? Görüşlerinde bir değişiklik olabilir miydi sence?" Fatoş bana Yılmaz'ın son döneminde Sovyetler'i nasıl eleştirdiğini ve o sistemin günün birinde kesinlikle değişeceğine inandığını hatırlatıyor. Şöyle diyor: "Çok uzun yıllar hapishanede olması bir blokaj yarattı, bunu kabul ederim. Ama politikayla hep ilgiliydi, ülke sorunları üzerine düşünüp yazmaktan hiç vazgeçmedi. Şimdi bakıyorum da, tüm o yazılar yerine birkaç senaryo daha yazmış olsaydı, belki daha kalıcı olacaktı." Ben Yılmaz'ın bir dönemdeki Maoculuk, daha sonra da Arnavut hayranlığını hatırlıyorum. Fatoş şöyle diyor: "Temel görüşü değişmezdi. Özünde yine sosyalist düzene inanırdı, insanların eşitliğini, emeğin kurtuluşunu savunur ve bu amaçla çok şey yapardı. Ama bunun yöntemleri konusunda mutlaka çok değişik şeyler düşünürdü sanıyorum." Fatoş ekliyor: "Unutma, onu sadece 47 yaşında kaybettik." Yine soruyorum: "Yılmaz deyince aklına gelen en güzel ve de en acı verici anı hangileri?" Düşünüyor: "En güzeli, evliliğimin ilk yılıydı. 1970 yılı 27 Haziran günü evlendik. Cezaevine girene kadar, yani bir yıl üç aylık bir zaman içerisindeki mutluluğumu düşündüğüm zaman, bana soyut geliyor. Yılmaz yakınındakileri o kadar uçuran bir insandı ki... Özellikle 18 yaşında bir genç kız, pembe hayalleriyle gelmiş... Şimdi Paris'te çok hasta olan sevgili Keriman Ulusoy şöyle demişti: 'Yılmaz bir kapıcı kadına bile kendini kraliçe hissettirebilir.' Hiç unutmam bu sözünü ve tekrarlarım." Peki, en acı dönem? "Tabii ki hastalığının son dönemi. Özellikle ondan saklamaya çalışmam, doktorlarla konuşmam. Sekiz ay boyunca her ay hastaneye yatarak süren güç tedavisi. O dönemlerdeki acımı hiç anlatamam, tarifsiz. Ben ona yaklaşan akıbeti hissettirmemeye çabalarken, belki o da durumunu biliyordu ve bana hissettirmemeye çalışıyordu."
TÜRKİYE ÖZLEMİ ÇEKTİ Fatoş, Fransa döneminde Yılmaz'ın hep Türkiye özlemi çektiğini, ama aynı zamanda kendisini bir dünya sinemacısı addettiğini ve her yerde filmler yapmayı tasarladığını söylüyor: "Yunanistan'la, Latin Amerika'yla, İspanya'yla ilgili projeler vardı. En çok 'Matadorun Ölümü' diye bir hikaye düşünüyordu: General Franko zamanında başlayıp günümüze gelen bir aile dramı. Ona yoğunlaşmıştı. Ayrıca Fransız televizyonuyla anlaşmıştı, bir dizi için. Evrenseldi, evrensele ulaşmış gerçek bir yönetmendi." Fatoş o acı hastalık günlerine dalıyor: "Türkiye'de başlamıştı. Artık bilemiyorum, kasıtlı mı, kasıtsız mı, ihmal mi? Çok baskılar vardı, hastanede kalmasına bile izin vermiyorlardı. Tedavileri hep yarıda kesip geri gönderiyorlardı. Eve çıkıyormuş diye her gün ev basıyorlardı. İlgisi yoktu, Yılmaz gerçekten hasta olduğu için hastanede oluyordu. Kafamda hep bir kuşku var, sanki onu bilerek, isteyerek hastalığın pençesinde bıraktılar diye. Ve bu kuşku hiçbir zaman geçmeyecek." "Peki Fatoş, sen güzel bir kadındın, hala çok güzelsin. Hiç bir filmde, bir Yılmaz Güney filminde oynamak aklından geçmedi mi?" Yüzünde bir üzüntü ifadesi beliriyor: "Bugün en çok pişmanlık duyduğum şeylerden birine değindin. Aslında hep düşündüm, ama aile yapım izin vermedi. Arnavut kökenli tutucu bir aileydi benimki. Yılmaz'ın da kuşkusu geçmedi, çünkü o da farklı bir aile yapısı düşünmüştü. Bırakın filmi, bana şöyle demişti: 'Beyoğlu'ndan geçtiğini bile bilmek, sanki kirlenmişsin gibi gelir bana.' Ben çekimlere gitmek, yönetmen yardımcısı olmak, kamera veya ışık taşıyıp bir şeyler öğrenmek istemiştim. Ama o izin vermedi. Onunla bir filmde oynamayı elbette çok isterdim." Ben bu filmin "Umutsuzlar" olabileceğini söylüyorum. Gözleri doluyor: "Evet, o olabilirdi. Biliyor musun, bizim hikayemizdi o. İkimizin hikayesiydi." Nasıl olurdu o zaman film? "Çok daha gerçekçi ve duygulu olurdu herhalde. Yaşamış bir insanın oynaması bambaşka." Ama hemen Filiz Akın'ı hatırlayarak telaşla ekliyor: "Ama Filiz de çok iyiydi ve onun en iyi rollerinden biri olduğuna inanıyorum." Aradan bunca yıl geçti, ama Yılmaz'la oynamış tüm oyuncular, başta kadın starlar olmak üzere onu özlemle ve en iyi duygularla anıyorlar. Nasıl oluyor? "Ben sana annemin bir sözünü hatırlatayım: Yılmaz evdeyken biz içeri girdiğimizde, kalkıp önünü iliklerdi', derdi. Yılmaz çok saygılı, alçakgönüllü bir insandı ve tüm ilişkilerinde böyleydi. Bir dönemde adı olaylara, kavgalara karışmamış değildi. Ama o dönemi gençlik hataları veya delikanlılık yılları diye anar ve 'milattan önce' derdi." Sonra Yılmaz'ın evlilikten önce, askerden yazdığı upuzun mektupları anıyor. Tüm bunları anlattığı, o çılgın gençlik yılları için pişmanlık belirttiği mektupları. Ki bunları yayımlamış. Ama gerçek anılarını değil. Onu da yakın zamanda yapacağını ve her şeyi yazacağını söylüyor. Yılmaz kimleri, hangi yönetmenleri severdi? "Kimseye düşmanlığı yoktu, hepsini severdi. Ama sanırım Atıf Yılmaz'ın yeri başkaydı. Sinemayı ondan öğrendiğini söyler, onu hocam' diye anardı."
ONUN İSTEDİĞİ GİBİ YAŞADIM Fatoş'un hayatında Yılmaz'dan sonra neler oldu? Yani özel hayatında? Gerçi medyaya yansıyan bir ilişkisi olmuştu, hatırlıyordum. Ayrıca ben bu tür özel yaşam sorularını hiç sevmem. Ama yine de sormadan duramıyorum. Fatoş rahatlıkla yanıtlıyor: "Evet, oldu. İki ilişkim oldu. Biri Mahir Çayan'ın bir arkadaşıydı. Ve bu ilişki tam 7 yıl sürdü. Sonra Paris'te bir ilişki yaşadım, basına da yansıdı. Ve o da 7 yıl sürdü." Acaba 7 onun uğur sayısı mı, yoksa bir erkeğe tahammül sınırı mı? "Hiç öyle düşünmüyorum. Bir raslantı bu. Ama yedişer yıl sürdüklerine göre, demek ki ikisi de sağlam ve ciddi ilişkilermiş. Ben hep öyle gördüm, ama bittiği zaman da bıraktım." Ve aceleyle hemen şunu ekliyor: "Kamuoyuna şunu söylemem lazım. Yılmaz son dönemlerinde bana hep şöyle derdi: 'Ben gidersem, sen hayatını yaşayacaksın, istediğin gibi, bildiğin gibi. Ve yeniden seveceksin, sevmelisin. Çünkü insan sevgisiz yaşayamaz.' Ben sanıyorum, hatta biliyorum ki, o benim özel hayatımı görüyor, izliyor. Ve de onaylıyor. Çünkü ben aynen onun dediklerini yaptım."
|