Kuş gribi metaforu Ankara'yı sardı
Ankara uzun bir tatil uykusuna yatmaya hazırlanırken, kötü haber Cuma gecesi geç saatlerde Tarım Bakanı Mehdi Eker'den geldi: Kuş gribi Ankara'ya dayandı! Başkent yakınlarındaki Nallıhan'da ölen iki yaban ördeği, siyaset erbabının içinde her geçen gün artan korkunun da sembolü oldu. Neden söz ediyorum? Tabii ki gerçek bir H5N1 salgını değil, söz ettiğim iktidar partisinin arka sokaklarında yaşanan "tedirginlik" duygusu. 2006'nın kapıda görünmesiyle "erken seçim" tartışmaları başladı. Erken seçim, altılı ganyan misali siyaset gözlemcileri ve iş çevrelerini meşgul ediyor. Sandığı hiç mi hiç istemeyen muhalefet liderleri, "Nasıl olsa AK Parti erken seçime gitmez" diye düşünerek habire erken seçim istiyormuş gibi meydanlara çıkıyor. Ben sık sık bu sütunda erken seçim ihtimalinin zayıf olduğu yolundaki kanaatimi tekrarladım. Ama bu tartışmaların asıl önemi, iktidar partisinde yarattığı tedirginlik ve kendisine karşı genişleyen güçlü bir komplonun adım adım inşa edildiği duygusu. Gerçekten de ne hükümet üyeleri, ne de AK Parti'nin önde gelen isimleri rahat değil. "Memlekete istikrar gerekiyordu. Ekonomi ve AB açısından tüm zor işleri bize yaptırdılar. Şimdi de 'teşekkür ederiz artık gidin' diyorlar" düşüncesindeler. Kim diyor bunu? AK Parti'yi yönetenlerin analizine göre, İstanbul, sistem, medya, Tüsiad, Teşvikiye derken "kurulu düzen" 2007'de AK Parti iktidarına nokta koymak için gönül birliği yapmış durumda. "2007'de Meclis'te en az üç parti olsun isteniyor" ya da "Cumhurbaşkanı'nı bize seçtirtmemek için ellerinden geleni yapacaklar" gibisinden cümleler duyuyorsunuz, partinin önde gelen liderlerinden. Analizini bu çerçevede yapan hükümet, içki yasağı tartışmaları ve Galataport dahil son dönemde çıkan tüm krizleri "adım adım sahneye konulan planın bir parçası" olarak görüyor. Peki, eğer böyle bir plan, bir siyasi komplo varsa, AK Parti hükümeti bunu bozamaz mı? Tabii ki bozabilir. Zaten kabine hesaplarından kabine içi restleşmelere kadar tüm hikaye "Bu oyunu nasıl bozarız?" tartışmasının bir parçası. Partinin liderleri, öncelikle "sıkı durmak" gerektiğini düşünüyor. Zayıf hissetmeyelim, yaratılmak istenen havayı içselleştirmeyelim, kendimizi sorgular hale gelmeyelim deniyor. Bu konuda herkes hemfikir; ama yaratılan atmosferden etkilenenler de çok. Ondan sonra ne yapılması gerektiği konusunda farklı tezler var. Psikolojik olarak "sıkı durmak" yetmeyecek. "Kabinede revizyon", "Yolsuzluk dosyaları önümüze gelmeden kendi temizliğimizi kendimiz yapalım", "Grupta değişiklik yapalım" gibi kısa dönemli tedbirlerden "Çankaya için bastırmayalım" a kadar giden daha radikal düşünceler var ortada. Başbakan ve parti liderleri, bunların hepsini görüyor, dinliyor, tartıyor. Peki sonunda neye karar verecekler?
|