| |
Siyasal milliyetçilik ve liberal demokrasi
Geçen yılın beni en şaşırtan olayını, Abbas Güçlü'nün konuğu olarak gittiğim bir üniversitedeki "Genç Bakış" programında yaşadım... AB'yi eleştiren üniversite öğrencilerine aramızdan biri "Kopenhag Kriterleri" ni bilip bilmediklerini sordu... Koca salonda Kopenhag Kriterleri'ni bilen tek bir öğrenci bile yoktu ama bilmedikleri bir süreci eleştirmekten coşkulu bir haz alıyorlardı. Bizde neyin ne olduğunu bilmeden esip savurmak, gürleyip yağmak adettendir...
AB'nin tam üyelik müzakerelerini başlatmak için 1993'te kabul ettiği ve "ön şart" olarak ileri sürdüğü Kopenhag Kriterleri, - Demokrasiyi, - Hukukun üstünlüğünü, - İnsan haklarını, - Azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını, - İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını ve birlik içinde piyasa güçleri ve rekabetçi baskı ile baş edebilecek kapasiteyi garanti eden kurumların istikrarını içerir. AB gündeme gelmeden önce her nutuk atan, Türkiye bu ölçülere uygun bir düzeye ulaşmış gibi konuşurdu. Halbuki biz hukuksal sistemimizi bu kavramlara uydurmak için olağanüstü bir çaba harcadık. Ve ancak Kopenhag Kriterleri'nin "gerekli eşiğine" ulaştık... Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan haklarının, azınlıklar kavramının, piyasa ekonomisinin tam da bilincinde olmaktan hala epey uzağız...
Uzak olduğumuz en açık bir şekilde geçtiğimiz yıl sonunda anlaşıldı... 301. maddeyi işleten savcılar, Türkiye'nin rejiminin "liberal demokrat" olmadığını, "siyasal milliyetçiliğe" tercih edildiğini anlatmak için üstün bir gayret içinde gibiydiler... Gerçekten de, Kopenhag Kriterleri "liberal demokrat" bir siyasal sistemden başka bir şey değil... Tepeden tırnağa, yediden yetmişe, sürekli milliyetçilik propagandası yapılan ve "temel hak ve özgürlükleri" hiç iplemeyen bir ülke AB ile ilişkiyi sürdürebilir mi? Türkiye yeni yıldaki kırılmasını bu noktada gerçekleştirecek; babadan kalma ilkel bir propaganda mı geçerli olacak, Kopenhag Kriterleri ile özdeş olan "liberal demokrasi" mi? AK Parti'nin temel sorusunun da 2006 boyunca bu olacağı görülmekte...
AB tarafından Kopenhag Kriterleri'nin henüz "eşiğinde" sayılmamız boş yere değil... Biz henüz kriterleri ezbere sayamıyoruz, halbuki bir de bunu toplum olarak içselleştirmek gerekmekte... İçselleştirmek ya da zihniyet devrimi bir tek örnekle bile anlatılabilir... Anayasa'nın her yanında bizlerin "devleti ve milletiyle bölünmez bir bütün" olduğumuz yazılı... Devleti gibi düşünen bir milletle demokrasi olabilir mi? Böyle bir anlayış "temel hak ve özgürlükleri" toptan yok etmiyor mu? Hepimiz tek ve bir olacak isek, farklılığa yer yok ise demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü nasıl uygulanabilecek?
Liberalizm, bireyin her halükarda devlete karşı korunmasını, temel hak ve özgürlüklerin sınırlarının sürekli genişletilmesini, tüm tabulara karşı bireyi, insanı, vatandaşı ön planda tutmayı önerir... Türk ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı uygulanmış yanlış politikaları şiddetle destekleyen ama Sarıkamış'ta öldürdüğümüz binlerce Türk askerini hiç tartışmayan bir bağnazlıkla nasıl çağdaş bir rejime sahip çıkabiliriz ki? Özel konuşmalarda dile getirilen bir ihtimali, "derin dayanışma" ihtimalini yüksek sesle söyleyen yabancı bir politikacıyı susturmak için savcılığı harekete geçirmek sizce bir çağdaşlık belirtisi mi?
Türkiye'de AB sürecine büyük destek veren ve "Akil Adamlar Grubu" nda yer alan Fransa'nın eski başbakanı Michel Rocard, yapılan reformlarla ilgili olarak "çok hızlı yediniz sakın kusmayın" demişti... Onun işaret ettiği tehlikenin gerçekleşmemesi için özellikle hükümet, "hamasete dayalı bağnaz ve ilkel bir milliyetçilikle" AB'nin Kopenhag Kriterleri'nin ikizi olan liberal demokrasi arasında gelip gitmekten vazgeçerek yaptığı reformların siyasal önderliğini de üstlenmeli... Özgürlüğü, adaleti, çağdaşlığı "kusmak" bir toplum için çok da övünülecek bir sonuç sayılmaz çünkü...
|