Piyango!
Şunun şurasında iki gün kaldı işte... Eskiden takvime bakmadan farkına varılmazdı, telaşlarla geçip giden ayların içinde harcanarak biten yılın... Şimdi atlamak mümkün değil. Işıklar anlatıyor işte yeni yılın gelmekte olduğunu. Şehirler şehrayin baştan başa. Ne güzel!
Lakin... Yılın son günü yaklaştıkça, hele de son saatlerinde bir muhasebe telaşıdır başlar. Bilanço hesabı yapan bankalar gibi, geç vakitlere kadar açık kalır gönül haznenizin ışıkları... Kârlar ve zararlar toplanıp çıkarılır birbirinden durmadan. Elimizde kalan ne, geçip giden hayattan? Ne kaybettik, ne kazandık koşuşturup dururken soluklanmadan? Geçen yılı bir türlü "kâr" la kapatamıyor olmanın telaşları hükmeder son saatlere. Saadet bâbında, aşk babında, maddi ve manevi zenginlikler bâbında, günahında sevabında; ne kaldı kişisel muhasebe cüzdanının bakiye faslında? Hep de zararda görünür nedense hayatla ilgili bilançolar. Oysa... Ana sermayenin, üstelik de bir yıl daha çoğalarak yerinde durduğuna bakılmaz hesap defterinde... Ki o "hayat" tır. Hayattasınızdır yani... Ve o geçen yıldan size bırakılan en büyük "mükafat" tır. Ne mutlu değerini bilene... Ne kutlu "yaşıyorum" diyene...
Önceki gece "üç yüz altmış beş gün" ü birlikte yaşadığımız "yıl" arkadaşlarımızla, "yol" arkadaşlarımızla; paylaştığımız bir yılın sonunu ve o ortak yolculuğun yolunu kutsadığımız bir "neşei muhabbet" gecesindeydik. Başarmış olmanın "güzellemesi" ne dair bir şeyler söyledim bu duygularla... Altını kalın çizgilerle çizdim ki orada... Ve çiziyorum ki burada: Asıl başardığımız "hayat" tı tepeden tırnağa...
Bu satırları yılın son programını gerçekleştirmek için geldiğim Ankara'dan yazıyorum. Başkentte çatılar hala bembeyaz... Çatılardaki beyazlıkla, soğuk güneşin ışıkları yarışıyor şehrin aydınlığında... Güneş kıyamıyor besbelli karın lekesiz örtüsünü ortadan kaldırmaya... Sonra akşam çöküyor... Bu kez, sokakların ve mağazaların yılbaşı ışıkları dökülüyor kaldırımlara. Televizyona beni götüren aracın şoförüyle söyleşiyoruz. Yol boyu, her yanı tanıdık başkenti seyrederken; "Bu şehirde tam 17 yılım geçti!" diye mırıldanıyorum. İnanamıyor: "Ben sizi hep İstanbullu biliyordum!" diyor. "Ben de" diyorum, "ben de inanamıyorum!" Yılların Ankara'da geçmiş olmasına değil, başkentte geçen yılların bu kadar uzun olmuş olmasına... İçinde yaşarken o kadar uzun görünmüyordu oysa... Ama geçiyor işte... Öyle ya da böyle... Sonra o sözcükleri hatırlıyorum: Aslında zor zamanlarda imdada yetişen o mucizevi sözcükleri... Herkes söyler, hep biliriz ama, geçenlerde Hüseyin Hatemi hoca, hukuk fakültesindeki "teşekkür" konuşmasında anfiyi dolduran gençlere, uzun bir hayatın "en kısa dersi" olarak söylerken daha bir sevmiştim: "Bu da geçer yahu!" Ateşi yalayan serin bir rüzgar gibi.
Yeni yıl geliyor... Gelen hepimiz için yeni bir hayattır aslında. Sarılmalı bize "en büyük piyango" dan çıkan bu şansa...
|