| |
|
|
Erdoğan neden Baykallaşmaya hevesleniyor ki?
Siyasi tartışmalarda benim en fazla takıldığım mantık yürütme tarzı, bazılarının konu AK Parti iktidarına geldiği zaman "Zaten bunlar böyle. Bunların beyninin gerisinde şeriatçılık var zaten" demeleridir. Enflasyon düşmüş, Türkiye AB ile üyelik müzakerelerine başlamış, yerli ve yabancı yatırımcı gaza basmış, ülkenin değeri artmış. Bütün bu başarıları hatırlatıp, "Bu icraatla şeriatçılığın ne ilgisi olabilir" dediğiniz zaman, "Bunlar önemli değil. Bunların asıl amaçları başka" cevabını alınca açıkçası şaşırıyorum. Buna karşı AK Parti'nin bazı sözcülerinin ve son günlerde özellikle Başbakan Erdoğan'ın söylemleri ve gelişmeler karşısında gösterdikleri tepkiler de beni çok şaşırtıyor. "Bütün geçmiş iktidar sahipleri de belirli süre sonunda çileden çıkarlar, böyle sinirli ve akıldışı tepkileri seslendirirlerdi" diyerek, bilinen örnekleri vermek istemiyorum. Dün Milliyet'te yılların deneyimli gazetecisi Yılmaz Çetiner, bazı örnekleri hatırlattıktan sonra şöyle diyordu: - Merak ediyorum Başbakanımız gazeteleri okumaya vakit ayırıyor mu diye? Gazetecilik yaşamımda basına kızıp zaman zaman gazete okumayan devlet adamlarını görmüşümdür de... Gazete okumayan başbakanın halkla ilişkisi kesilmiş demektir! Gazete okuyan bir başbakan az gaf yapar! Ülkenin nabzını tutmuş olur! Şunu söyleyebilirim. Bugünkü şartlar altında muhtemelen bundan sonraki bir genel seçimi de AK Parti kazanır. Ama bir demokraside ve hele Türkiye gibi yüz tane sorunu çözseniz de bin tane yeni sorunun ürediği bir ülkede, iktidarlar mutlaka yıpranır. Nitekim enflasyonu çözersiniz, işsizliği çözemezsiniz mesela. Bu noktada iktidar sahiplerinin yapması gereken ona buna sinirlenip, aklına gelen her sözü söylemek değildir. Tersine bütün toplum kesimleriyle diyalogu koruyup, onları da demokratik katılım içinde yönetim sorumluluğuna ortak etmektir. Ayrıca temsili demokrasiyi tam işletip, ülkedeki bütün siyasal eğilimlerin parlamentoda temsil edilmesi sağlanırsa, siyaset daha ılımlı bir ortam içinde sağlığını korur. Temsilden dışlanmış kesimler öfkelenmezler ve siyaset bir ölüm kalım meselesi haline gelmez. Yani yüzde 10 düzeyindeki bir baraj, ülkedeki siyasetin parlamento dışına kaymasına sebep olur, oluyor da. Başbakan Erdoğan'ın bence bunları değerlendirmesi gerekiyor. Ama o, eline aldığı Anayasa'yı sallayarak mesela Mustafa Koç'u savcılara ihbar etmeyi veya TÜSİAD'la polemiğe girmeyi yeğ tutuyor. Acaba neden? Acaba gerçekten bir "Dar çevre" mi onu bu yola itiyor? Acaba Erdoğan, "Deniz Baykallaşmak" hevesine mi düştü? Ne duysa, hemen sinirli bir tepki koymak, sakin ve istikrarlı siyaset yapmaktan daha mı çekici gelmeye başladı ona? Hukukla, Anayasa ile, adaletle ilgili yeterince sorun varken, Mustafa Koç'u da Rektör Yücel Aşkın'la, Orhan Pamuk'la, Hrant Dink'le aynı diziye yerleştirmek, hangi siyasi hesabın sonucu olabilir ki? Dubai sermayesini, İsrail sermayesini, İtalyan sermayesini Türkiye'ye çekmeye çalışırken, Türk sermayesinin Koç'larını, Sabancı'larını Anayasa sallayarak siyasi bir hasım taraf gibi karşıya itmenin ne tür bir mantığı olabilir ki? O TÜSİAD'cılar Erdoğan'ın peşinden AB başkentlerinde kapı kapı dolaşıp, "Hukukun üstünlüğü ve insan hakları bizde de egemen olsun" diye ellerinden geleni yapmadılar mı? 12 Eylül döneminde Demirel'den "Bir Bilen", Ecevit'ten de "Bir Bölen" diye söz edilirdi. Herhalde artık Erdoğan'dan da "Neyi neden yaptığı bilinmeyen" diye söz edilecek.
|