Fransa'da şehir isyanları neden patladı?
Fransa'daki çatışmaların görünürdeki tek amacı tahriptir, isyancıların bir şeylere kin duydukları çok bellidir. Ama bir hiç uğruna oldukları da söylenemez.
Ünlü Fransız siyaset adamı ve düşünür Alexis de Tocqueville, "Eski Rejim ve Devrim" adlı kitabında, Fransız devriminin Fransızlar'ın monarşiye dayanamayacak kadar özgür olmalarından ötürü patladığını söyler. Ona göre, devrimler ancak özgürlüklerin zaten belli bir noktaya geldiği toplumlarda olur ve "hiçbir toplum, hazır olmadığı devrimi yapamaz". Paris banliyösü Clichy-sous-Bois'da polisten kaçan 17 yaşındaki Ziyad ve 15 yaşındaki Banu adlı iki Kuzey Afrikalı göçmen gencin elektrik akımına kapılarak ölmelerinden ve aynı olayda 21 yaşında bir Türk gencinin ağır yaralanmasından sonra başlayan banliyö isyanının Tocqueville'in sözünü ettiği devrimlerle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bu sokak isyanlarının lideri, beyin takımı, ideolojisi, uzun bir fikri oluşum dönemi ve asıl önemlisi talebi ve hedefi yoktur. Görünür tek amacı tahriptir, isyancıların bir şeylere kin duydukları çok bellidir. Ama bu isyanlar gene de "bir hiç uğruna" olmamaktadır. Hepsinin arkasında derin toplumsal ve ekonomik nedenler bulunmaktadır. Fransa, dünyanın en çok göç alan ikinci ülkesidir. Avrupa'ya yalnızca 2000 yılında olan 1,7 milyon yerleşme amaçlı yasal girişten 250 bini Fransa'ya yöneliktir. 2004 yılında başlıca ülkelere yönelik sığınma talebi şöyledir: Belçika 16.380, İsveç 23.160, Avusturya 24.800, Kanada 26.600, Almanya 36.810, Birleşik Krallık 40.200, Fransa 60.647, ABD 62.380. 1990-2004 döneminde Fransa'ya toplam 536.987 sığınma talebi olmuştur (toplam Fransa nüfusunun % 1'i), bunun dokuzda biri, yani 60.783'ü Türkiye kökenlilerdendir. Fransa, bu sığınma talepçilerini sınır dışı etmemekte, ülkeye almaktadır. Çünkü bu ülke 1800'lerin başından beri dünyanın her yerinden göç almaktadır. Ülkeye erken tarihlerde gelen İtalyan, İspanyol, Polonyalı, Alman veya İsviçreli göçmenler çoktan Fransızlaşmışlardır. Bu noktada hemen belirtilmesi gereken, Fransızlığın etnik veya ırki bir niteleme olmayıp Fransa Cumhuriyeti'ne bağlılık anlamını taşıdığıdır. 1960'lardan bu yana Kuzey Afrika (Magrep), Kara Afrika, Hindi Çini, Çin, Güney Amerika, Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Rusya kaynaklı yoğun bir göç daha yaşanmaktadır. Bu göçmenlerin çoğu da Fransızlaşmıştır. Birkaç örnek vermek üzere, eski İçişleri Bakanı Poniatowski Polonyalı, intihar eden başbakan Beregovoy Ukraynalı, şu andaki içişleri bakanı Sarkozy Macardır. Futbolcuları saymıyorum. Ünlü oyuncu Simone Signoret Rus, kocası Yves Montand İtalyan, Charles Aznavour Ermeni, Sylvie Vartan Bulgar, kocası Johnny Halliday (sahne adı) Belçikalıdır. Fransa adına Nobel almış büyük yazar Samuel Beckett İrlandalı, ünlü oyun yazarı Eugene Ionesco Rumendir. Hatta Fransa'nın en "önemli evlatları"nı gömdüğü Pantheon'de bir de zenci uyumaktadır. Bu örnekleri on binlerle, yüz binlerle çoğaltmak mümkündür.
GÖÇMENLER ŞEHİR DIŞINA Ancak, dünya ekonomik konjonktürü, globalleşmenin üçüncü dünyayı daha da fakirleştirmesi, Fransa'ya göç akımını artırmaktadır. 2005'te ülke nüfusunun % 5,9'u, yani 3,7 milyon kişi henüz Fransız vatandaşlığını alamamış yabancılardan meydana gelmektedir. Fransa, göçmen ve sığınmacıları kent banliyölerindeki HLM'lere (düşük kiralı konut) yerleştirmekte, sağlık, işsizlik sigortası ve çocuk yardımı hemen devreye girmektedir. Ama Fransa'da % 10 dolayında olan işsizlik, bu göçmen mahallelerinde % 20'lere kadar çıkmaktadır. Bunun başlıca nedeni, uyum ve Fransızca eksikliğidir, yoksa patronlar düşük ücrete razı bu insanları tercih etmektedirler. Banliyölerde yapılan çok sayıda araştırma ve anket, buraların göçmen ve sığınmacı unsurlarının büyük çoğunluğunun Fransız toplumuna ve sistemine entegre olmak için büyük bir heves ve gayret içinde olmadığını göstermektedir. Özellikle Kuzey Afrikalı ortamlarda, bir azınlık çoğunluğu denetim altında tutarak entegrasyonu engellemektedir. Çünkü bu azınlık, paralel ekonomi denilen yasadışı ekonomik faaliyetler aracılığıyla kendi insanlarını sömürmekte, hem de iyi paralar kazanmaktadır. İşsizliğin azalması onların aleyhinedir ve isyanların hep işsizlik azalırken çıkması rastlantı değildir. Bu azınlık, uyuşturucu ticareti, hırsızlık, tehdit vb yollarla edindiği paralarla küçük veya büyük ticarethaneler (bakkal, tamirhane, lokanta gibi) açmakta, burada hemşehrilerini istihdam etmekte, dinsel cemaatlere para vermekte, böylece ekonomik, toplumsal, kamusal ve ideolojik rantlar toplamaktadırlar. Öte yandan, çok çocuklu aileler, aldıkları çocuk ve işsizlik yardımlarıyla rahatça geçinebildiklerinden, işsiz görünmelerine rağmen iş aramamaktadırlar.
KİMLİK SİYASETİ YAPILIYOR Sonuç olarak, banliyölerde oluşan bu paralel ekonomiden yararlananlar durumun değişmesinden hiç hoşlanmamakta ve ülke bütününe karşı "kimlik siyaseti" gütme yoluna gitmektedirler. Örneğin 1987'de kurulan Genç Müslümanlar Birliği, Afganistan'da savaşmış mücahitlerle, Cezayir'den gelen FIS militanlarının denetimindedir ve bunlar mahallelerinin Müslüman kökenli halkının ahlâk bekçileri haline gelmişlerdir. Örneğin Magrep, Türkiye ve sahra-altı Afrika kökenli 120 bin kız, bu baskı sonucu dinsel denetim altına giren aileleri tarafından rızaları hilafına evlendirilmiştir. Bunun yanı sıra birçok Müslüman cemaatte, bir insanlık suçu sayılan kadın sünneti uygulanmaktadır. Haftaya banliyö isyanlarının sosyolojik nedenleriyle devam edeceğim.
Mehmet Ali Kılıçbay
|