kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Son Dakika
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Teknoloji
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
    Cumartesi
  » Aktüel Pazar
    Otomobil
    İşte İnsan
    Sinema
    Turizm Rehberi
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Sinemayı hem sevdik hem de yaşadık
Sinemayı hem sevdik hem de yaşadık


Ülkü Tamer bir şair ama şiirlerinde bile film sahnelerine yer verecek kadar sinema tutkunu bir şair. Tamer Antep sinemalarını, Erol Flynn'lı filmleri anlatıyor.

Nakıp Ali'nin vukuatı bitmez. Ülkü Tamer'in belleği ve kalemiyle canlanan ve "Allaben Öyküleri" kitabının olduğu kadar, onun yıllardır Milliyet ve Radikal hafta-sonu eklerinde yazageldiği ve çokluk sinemayla beslenmiş güzel yazıların da değişmez kahramanlarından olan, bir zamanların Gaziantepli sinemacısı Nakıp Ali, Tamer sayesinde bizim de nerdeyse çok iyi tanıdığımız biri olup çıkmıştır. Şimdi sinemalarda oynayan Memduh Ün filmi "Sinema Bir Mucizedir" sayesinde çok kişinin de tanıyacağı gibi... İşte ondan, yine Ülkü Tamer eliyle yakası açılmadık bir anektod... Belediye'den sineması için zam istiyor vaktiyle...Ve şu cevabı alıyor: "Koltuklarını maroken yaptır, kaloriferini iyi çalıştır, verelim". Öfkesi kabaran Nakıp Ali, kızgın kızgın Belediye'yi basıyor ve söylenmeye başlıyor: "Ulan, patlıcan kendini marokenle mi kaplattı ki fiyatı 10 kuruştan 15 kuruşa çıktı? Biberin kaloriferi mi düzeldi de 8 kuruştan 12 kuruşa çıktı, ha?" İşte biz de "Sinema Bir Mucizedir" vesilesiyle, sinema aşığı yazar ve şairimizle söyleşiyoruz bu hafta. O geçen haftalardaki bir yazısında şöyle demişti: "Gençler şimdi sinemayı çok seviyorlar. Biz de çok sevdik, ama biz ayrıca sinemayı yaşadık da". Ne demek istemişti? "-Gençler günümüzde başka birçok şey arasında sinemayı da seviyorlar. Antep'de sinemadan başka birşey yoktu bizim için. Sinema, dış dünyaya açılmamız ve bir bakıma kendimizi daha iyi anlamamız için tek araçtı.Yalnızca eğlence değildi, sanki yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıydı". Tamer 4-5 yaşlarında sinemaya gitmeye başlamış. Ama '6 yaşından itibaren çok iyi bir sinema seyircisi olduğunu' söylüyor. Antep'de öyle çok sinema varmış ki, 1930-40'lı yıllarda.Tevekkeli değil, tüm Antepli dostlarımız, rahmetli Onat Kutlar, rahmetli Orhan Barlas, değerli oyuncu-müzisyen Arif Erkin ('Yabancı Damat'ın dedesi) gibileri de hep sinema sevgisiyle büyümüş. Tamer şöyle diyor: "-Antep adeta surlarla çevrilmiş bir siteydi ve yaşayanların yüzde 95'i Antep kökenliydi. Geri kalan da gelip giden memurlar, askerler falan. Tamer bana 'sahre' denen pazar pikniklerini, kaç göç olmayan bir yaşamı, birlikte iskambil oynayan kadın-erkekleri anlatıyor. Bayramlarda sabah dalıp akşam çıkılan, bir 'seriyal film'in yanında üç film daha gösteren sinema salonlarını. Ne bolluk! Evet, o seriyal filmler. O yılları yaşamış çocukların asla aklından çıkmayan, sinemalarda "36 kısım tekmili birden" diye afişe edilen ve her bölümü üç saate yakın süren çocukluk rüyaları... Casus Kıran, Yüzbaşı Amerika, Dev Adam, Kaptan Marvel, Fantoma, Maskeli Beşler, Baytekin...Tamer'e göre "Kutsal Hazine Avcıları"nın ilkel ve uydurma öncülleri". Ve bir anısını anlatıyor: "Yüzbaşı Amerika" izlenmiş, kahramanın 8 kadar kötü adama karşı döğüşleri nefes nefese seyredilmiş. Ertesi mevsim "Casus Kıran" başlıyor, gidiyorlar. Perdede bir kötü adam görünüyor, sinemadaki bütün veletler bir ağızdan "Morgan, Morgan" diye bağrışıyorlar. Adamın adını kimse bilmiyor, ama yüzü öylesine etkili ki kimse unutmamış, o onlar için artık hep Morgan olarak kalacak... Ülkü diyor ki: "-O yaşta, bir filmde şöyle bir görünüp kendini unutturmama olayı kafama dank etti. Günümüzde buna karizma diyorlar". Ülkü, çocukluğunun kahramanlarını anlatırken, en başa Errol Flynn'i koyuyor. Kılıçlı filmlerin unutulmaz kahramanını... Öyle ki, evin bahçesinde kendisine bir Robin Hood kıyafeti yapmış, birer ok ve kılıç imal etmiş ve ortada 'vatan kurtaran aslan' gibi dolaşmaya başlamış... Ayrıca Tarzan Johnny Weismüller, sırım gibi Gary Cooper, korsanlar kıralı Tyrone Power, 'şarkı söyleyen kovboylar' Gene Autry ve Roy Rogers, diğer gözdeleri. Kadınlardansa, ille de Maureen O'Hara: "-Çünkü bizim o yaşta sevdiğimiz filmler, hep erkeklerin maceraları üzerine kurulurdu. Kadınlar ancak gerektiğinde tanırım" dedikçe adam şaşırıp duruyormuş. Ama son darbeyi sona saklamış: "Ben Veşare Varkin'i de tanırım" deyince, adam ona sarılıp ağlamaya başlamış. Çünkü Veşare Varkin star filan olmayıp, filmlerde ikincil rollere çıkan komik biriymiş, bir tür Vahi Öz.Ve adam, gurbet ellerde şıpır şıpır gözyaşı dökmüş. Ülkü 1948 yılında kolejde yatılı okumak için İstanbul'a gelmiş. 10 yıl sonra ise aile tamamen İstanbul'a yerleşmiş. İstanbul'da çoğu kez annesiyle sinema sinema dolaşırken, kimi sinemaları kimi filmlerle özdeşleştirir olmuş. Tüm sinemaseverler gibi... Lale ona hep "Kazablanka"yı, Ar sineması "Yakut Gözlü Kız"ı, Melek "Şeytanın Kızı Gilda"yı, İpek, kimi Humphrey Bogart serüvenlerini hatırlatırmış. Atlas sinemasını ise, o zamanki inanılmaz büyüklüğü ve görkemi içinde 'salonların salonu' diye anıyor. Ama o güzel salonların bile Antep'teki Nakıp Ali'nin sinemasının odun sobasıyla ısınan, tahta koltuklu, ilkel salonunu unutturamadığını söylüyor: "- Çünkü sinema o devirde bir törendi. Tamer yazarlık uğraşı içinde sinemayı nereye koyuyor? "50 küsur yıldır edebiyatın içindeyim. Ama sinema sevgim hiç geriye düşmedi. Bu tutku filan değil, benim bir parçam". Tamer şiirinde bile kimi görüntülerden yola çıktığını, "sanki somut biçimde görerek, imge de olsa onu somut biçimde görerek" şiir yazdığını belirtiyor. Yeni sinemayı izliyor, ama asıl tercihi eski filmler ve onların büyülü dünyası. Teknolojiye karşı değil, ama daha yalın, daha naif bir sinemadan geldiği için, insana daha yakın, daha sıcak filmleri seviyor. Çok etkilendiği "King Kong", "Bağdat Hırsızı" gibi filmlerin büyük ölçüde tekniğe, özel efektlere dayanan filmler olduğunu da kabul ediyor. Onun bir zamanlar, Cem Duna döneminde bir TRT danışmanlığı vardı. Ve o eski, güzel filmleri göstermeyi umut etmişti. Ama başaramadı: "-Çünkü bana danışmayı değil, hiç danışmamayı seçtiler. Öylesine bir bürokrasi vardı ki... Hiç unutmam, Oscar törenlerinin yayın hakkını almışlardı. Türkiye'de ilk kez... Ama gece yayını yok diye yayınlamadılar. Sabaha karşı, artık en önemli dört ödüle sıra gelmiş, ben yalvar yakar hiç olmazsa onları canlı verelim diyorum. Ama ziraatçı bilmem kim bey varmış, konuk olarak çağrılmış. Kesemeyiz dediler. Sadece 5 film getirtebildiği ithalcilik macerası da oldu ama ne filmler... "Amarcord"u, "Kan Davası"nı, "Macarlar" veya "Merhaba Dünya"yı kim hatırlamaz? Tamer'in aklı Türkiye'ye kaliteli film ithal etmekte. İlk seçtiği film, Fellini'nin Amarcord"u. Ama kime sorsalar, iflas edersiniz diyor... Londra'da konuşmaya gittikleri Columbia temsilcisi bile... Ancak film alınıyor. Ve Emek ve As sinemalarında toplam 19 hafta afişten inmiyor. Bu arada filme 'ödüllü' olduğu için özel tarife almak istiyorlar. 60 lira yerine 90 liralık tarife alınacak. Ama belediye yetkilisi tuturmuş, ille de 'ödülün aslı'nı istiyor. Araya Miliyet gazetesi lafı girince, telekse razı oluyor. Oscar komitesinden kim bulunup yazı istenecek? Ülkü daktilonun başına geçip düşsel bir muhatap uyduruyor: Ernest Hemingway! Önce yazıyı, sonra olumlu cevabını yazıyor. Memur hah, işte şimdi oldu" diyor. Ve Ernest Hemingway'in imzası sayesinde "Amarcord" Türk seyircisine ulaşabiliyor!..
DİĞER RÖPORTAJ HABERLERİ
 Kocam 'İki göğüs herkeste var tek göğüs daha enteresan' dedi
 Filmlerimde cinsel değil ruhsal ilişkileri anlatmak istiyorum
 Göbekli bir reklam yönetmeniydim zayıf şarkıcı oldum
 İş bulmanın aykırı kuralları
 Kadınlardan hep destek gördüm
 Ringte kazanamadı dansöz oldu
 İtalya'da Türkiye denilince aranan tek gazeteci
 Büyükbabası İstanbul'dan göç eden oyuncu
 İyi olduğumu hazmedemeyenlere çok gülüyorum
 Mustafa'nın yüzü hayatımı aydınlatıyor
 Bir Yılın Sonunda Şehrazat'a Kendimi Affettirdim
 Soyadım yazarlığımın önündeydi
 Bir dönemin sonu
 Fahri Bey beni dövdü Behiye Aksoy saçımdaki kanları delil...
 Hido yanlış yaptı
 Plantu'nun Türkçe öyküsü
 Rüzgarı sollayan çift
 Polisiye hafiftir ama hayatın hafif yanlarını ciddiye almak...
 Bush ilgimi çekmiyor Clinton ise karizmatik
    Aktüel Pazar Yazarlar
    Güncel
    Hobi
  » Röportaj
    Gurme
    İyi Yaşa
Tesettür giyim kemik erimesine neden oluyor
Tesettür giyim kemik erimesine neden oluyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Kadın ve Aile Sağlığı...
Büyük Prens
Büyük Prens
Prens Albert kimilerine göre dünyanın en küçük ikinci ülkesinin...
Mantar çiçek gibi toplanmaz
Şimdi tam mevsimi ama mantarların hangilerinin yenilebilir olduğunu...
Picasso Şile palamudunu sever miydi?
'Picasso'nun Sofrası' adlı kitap büyük bir sanatçının ruhunun...
Sakın annem duymasın ben hızı seviyorum
Sörfte Avrupa şampiyonu olan Çağla Kubat denizde olduğu kadar yolda da hız...
Nissan Patrol: Bir arazi efsanesi
1970'lerde Jeep Wagoneer'la, Land Rover'la 1980'lerde Chevrolet Blazer'le av...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.