|
Büyükbabası İstanbul'dan göç eden oyuncu
|
|
Mathilda May'in damarlarında Türk, Yunan, İspanyol ve Yahudi kanı akıyor.
Mathilda May de son Antalya şenliğine katılan ünlülerdendi. Ama sonlara doğru geldi ve bu nedenle basında gereği gibi yer almadı. Oysa bu cici Fransız yıldızı, 1980'lerde başlayan kariyerini ve eriştiği ünü günümüze dek koruyan ve çok kişinin belleğinde yer etmiş filmlerde oynamış ilginç bir kişilikti. 1965 doğumlu, demek ki 40 yaşında. Hayatının baharında olan Mathilda'nın asıl adı Karima Mathilda Haim. Kökenleri öylesine karışık ki... Baba tarafından Yahudi ama ailenin kökenleri İspanya'ya gidiyor. Yüzyıllar önce İspanya'dan göç ederek Osmanlı imparatorluğuna sığınan ve bizim Sefarad dediğimiz Yahudilerden.... Aile yüzyıllar boyu Türk veYunanlılarla da karışıyor. Büyükbabası Türkiye'den göç ettiği Fransa'da bir İsveçli dilberle tanışıyor ve evleniyor. Böylece Mathilda'nın damarlarında Yahudi kanının yanısıra İspanyol, Türk, Yunan, Bulgar ve İsveç kanı da var. Mathilda 8 yaşından itibaren bale dersleri almış ve 16 yaşındayken Paris dans konservatuarında birincilik ödülü kazanmış. Sonra İsveç'in Malmö kentinin bale çalışmış.
KAPIYI ÇALAN YABANCI Sonra günün birinde bir yabancı kapılarını çalmış. Ve genç kızı bir filmde oynatmak istediğini söylemiş: 19 yaşındaydım. Sinema hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kararı ana-babama bıraktım. "Niye olmasın?" dediler. Ve "Nemo adlı bir filmle sinemaya başladım". Şöyle diyor: "Rol yapabileceğimi hiç düşünemezdim. Çünkü balede bize öğretilen şey şuydu: Bir balerin olmadan önce yıllar boyu çalışmalısın. Çalışmak, çalışmak, çalışmak...Temel buydu. Ama oyunculuk nerdeyse kendi kendine oluyordu. İlk filmimden sonra üç ay dans edemedim. Sette olmak, bir hikayeye katılmak, bir sürü insanla tanışıp konuşmak olağanüstü bir deneyimdi. Ve buna iyice alışınca, artık baleye geri dönemedim". Ardından birkaç rol daha...Ve o yavaş yavaş stüdyolara alışır, benim hep ünlü şarkıcı Mireille Mathieu'ye benzettiğim Fransız fiziğiyle Amerika'- dan bile film ve TV dizisi önerileri alarak iki kıta arasında mekik dokumaya başlar. Ama asıl ünü dört yıl sonra 1988 yılında rol aldığı "26'sına Üç Yer" adlı filmle gelecektir. Fransız sinemasının zarafet ustası Jacques Demy'nin bizde de oynayan bu filmi, bir tür Yves Montand'ın yaşam öyküsüdür. Filmde Montand'ın hayatından en ilginç olaylar hafif değişikliklerle sunulur. Ve soruyorum: "Yves Montand'la çalışmak nasıldı?". Şöyle diyor: "-Babam yaşındaydı, hatta çok daha büyüktü. Diyelim ki; babamla, büyük babam arası... Annemin gözde şarkıcısıydı, evde hep onun plaklarıyla büyümüştüm. Öylesine profesyoneldi ki, şaşardınız. Hiçbir star kaprisi yoktu, nerdeyse herkesten önce geliyor ve işini en iyi biçimde yapmaya çalışıyordu." O filmi görenler bilir: Filmde bir tür 'ensest' ima edilir. Çünkü Montand, Mathilda'ya ilgi duyar, nerdeyse aşık olmak üzeredir. Ama sonra birden onun öz kızı olma durumu ortaya çıkar. Ve aşk başlamadan biter. Ama gerçekten biter mi? Daha doğrusu zaten başlamış mıdır, yatak faslı gerçekleşmiş midir? Bu, açıkça gösterilmeden geçiştirilir. İşin en ilginç yanı, filmden ve Montand'ın da 1991'deki ölümünden çok sonra, ortaya birtakım iddialar atıldı. Montand'ın eşi ünlü oyuncu Simone Signoret'nın kızı olan Catherine Allegret (babası yönetmen Marc Allegret'nin soyadını taşıyor), üvey babası Yves Montand'ın kendisine cinsel tacizde bulunduğunu açıkladı ve çok satan bir kitapta bunu yazdı. Ve Fransa birbirine girdi. Çünkü Montand Fransızlar için tıpkı Edith Piaf veya Jean Gabin gibi adeta dokunulmazlığı olan bir kült isimdi, ikondu. Ve ben, biraz sıkılarak da olsa Mathilda'ya bunu soruyorum: Skandal patlak vermeden 10 yıl önce çekilen bu filmde bu olayın anlatılması Montand'ı etkilemiş miydi? Acaba yönetmen Demy bu olayı bildiği için mi filmde bunu işlemişti? Şöyle diyor: "Hiç bilmiyorum. Demy bunu biliyor muydu? Bilse de bana söyleyemezdi ki...Montand ise işini yapıyordu ve hikayeden hiç şikayet eder gibi gözükmüyordu". Mathilda, Yves Montand- Simone Signoret çiftini tanımış bir Fransız aydını olarak, bu çiftin Fransızlar için çok özel olduğunu söylüyor: "Sanatlarından, siyasal angajmanlarına onlar yıllar boyu Fransızlara model oldular. Montand'ın ölümünden sonra çıkan bu ve benzeri tüm dedikodular, sanki kutsal bir şeye saldırmak gibi geliyor bana...Ve tüm bunlara kulaklarımı tıkamayı tercih ediyorum". Biz bu dedikodulu olayı Fransız'lara bırakıp Mathilda'nın yaşamına dönüyoruz. Ve o bana 1987'de çevirdiği Claude Chabrol filmi "Baykuşun Çığlığı" nı ne çok sevdiğini anlatıyor. Bu film aynı zamanda ona bir Cesar ödülü de getirmiş. Ama sonra, yine dedikodulu bir olaya gelip çarpıyorum: Onu bizde belki en çok tanıtan film olan "Çıplak Tango"ya...1991 yılının bu filmini çok kişi hatırlar eminim. Yolu Buenos Aires gecelerine düşen ve orada bir dansçıya aşık olarak herşeyini veren bir kadının trajik öyküsü...Ama hayrettir; Mathilda bu film hakkında konuşmak bile istemiyor. Niye diyesoruyorum: "O film bir hataydı. Çok çıplaklık ve açıklık vardı. Aileme bunu nasıl açıklayacağım diye kara kara düşünüyordum. Ama Tanrı bana yardım etti, film hiçbir zaman Fransa'da gösterilmedi. Neden, bilmiyorum. Ama kurcalamadım. Sanki gösterilse ailemin ve yakınlarımınm yüzüne bakamayacakmışım gibi geliyordu bana". Demek ki Mathilda'da hala kesin bir aile duygusu ve ünün silemediği bir mahçubiyet var. Bir yıldız, hem de bir Fransız yıldızı için nadir bir özellik, değil mi?
ÖZEL YAŞAMIN ÖNEMİ Sanatçı, daha sonra perdede iki ünlü kadını oynadı: Fransızların büyük yazarı Colette ve kadın kaşif ve araştırmacı İsabelle Eberhardt. Nasıldı bu ünlüleri oynamak? "Zordu elbette... Öncelikle birbirinden o kadar farklı kadınlardı ki...Sanki ilkinde ne yapmışsam, ikincisinde onu yapmamam gerekiyordu. Özellikle bizim milli yazarlarımızdan sayılan Colette'de zorlandım. Ama sanırım fena olmadı." Mathilda, 1997'de yıllar sonra yeniden Hollywood'a giderek "Çakal" adlı casusluk filminde oynadı: Bruce Willis, Richard Gere, Sidney Poitier gibi dev yıldızlarla birlikte... Nasıl bir deneyimdi bu? "Fransa'dakinden çok farklı. Müthiş bir organizasyon, kusursuz dönen bir çark, her türlü ayrıntısı önceden düşünülmüş ve en mükemmeli en kısa zamanda elde etmeye yönelik bir çalışma düzeni. Ama kötü yanı şu ki, herkes kendi köşesinde kalıyor. Kendi odasında, kendi çevresi içinde... Çekimlerde biraraya geliniyor işte o kadar. Oysa bizde çekimler sırasında insan teması çok daha fazladır, dostluklar, hatta aşklar doğar. Ama Hollywood'da bu nerdeyse imkansız." Aşklar demişken, sanatçının üç evliliği olduğunu hatırlatalım. İkincisi olan oyuncu Gerard Darmon'dan iki kızı var. Ve o da kendi ailesi gibi tipik bir 'Jewish momma- Yahudi anne' olmuş, çocuklarına çok düşkün gözüküyor: "Bunca yıl sonra biliyorum ki, aile en önemli şey. Onu hiçbir şeye değıişmem". Ve bize özel hayatına son derece düşkün olduğunu, hertürlü soruya yanıt vereceğini, ama özel hayatını asla tartışmak istemediğini söylüyor. Mathilda May, son yıllarda hemen hemen tümüyle TV için çalışıyor. Nedenini Fransız sinemasının durumuna bağlıyor: "Fransız sineması hiç de iç açıcı durumda değil. Filmlerini eskisi gibi ihraç edemiyor ve ulusal hatta yerel konulara sıkışıp kalıyor. Oysa TV çoğu zaman daha ilginç şeyler yapıyor. Tuhaf ama böyle". Güzel sanatçı, bize ilk kez geldiği Antalya'yı çok beğendiğini söylüyor. Dönüşte İstanbul'u da gezecekti. Büyük babasının şehrini. Umarım gezmiş ve de memnun kalmıştır.
|