Televizyon hıyabanında insan bir ok
Fransa'yı bunaltan ' intifada' karşısında pek çok insanımızın neredeyse zil takarak ' oh olsun' deyişini dikkatle izlemeye çalışıyorum. Yangının Belçika'ya da sirayet eder gibi olması üzerine genç ve eğitimli bir yakınım da ' buna daha çok sevindim' deyince bu tür tepkileri daha sorgulayıcı bir gözle izlemeye başladım. Doğrusu böyle durumlar için ilke olarak benimsediğim ve özümsemeye çalıştığım kitabi bir tavır var: - Düşmanının bile felaketine sevinmeyeceksin. Fakat kitabi olanla hayati olanı buluşturmak kolay mı? Böylesine sağlam bir yüreğe sahip olmak herhalde dünyanın en zor işidir. Şu sıralar etrafına bir kulak kabartan herkes ne kadar çok kişinin en azından ' yaa, gördün mü ey Fransa' dediğini duyacaktır. Şüphesiz bu tam da ' düşmanın felaketine sevinme' hali değildir. Herhalde daha çok ' bir anlam çıkarma' ve ' anlam çıkarılmasını dileme' halidir. Malum böyle tepkilerin temelinde Fransa'nın nice zamandır bizdeki terörü sevimli bulması, en azından yeterince sevimsiz bulmaması yatmaktadır. Belçika ise Özdemir Sabancı cinayetinin sanığı ile ilgili tavrı yüzünden daha da somut bir öfkenin hedefidir. Ancak Fransa'daki bu intifada bizdeki terör eylemlerinde gördüğümüz gibi can alıcı boyutlara varır, özellikle de masum Fransızların katledilmesine kadar uzanırsa ' oh olsun' diyenlerimiz herhalde şimdiki kadar çok olmaz. Hatta o zaman bu millet, Kennedy için gözyaşı döktüğü gibi Fransızlar için hakiki üzüntü hissedebilir. En zayıf yanımız da bu fevrilik. Çabuk sever, çabuk kızar, çabuk küser, çabuk barışır, çabuk unuturuz. Oysa Fransa ve Belçika için milli hafızada hiç silinmemesi gereken bir sürü ' sabıka sicili' ebediyen korunmalı. ' Düşmanın felaketine sevinmemek' başka, size her yapılanı ' yanına kar bırakmak' başka.. Hasılı aklı ve kalbi sağlam tutabilmek zor. Etten ve kemiktensiniz.. Planlayarak sizin canınızı yaktıranların veya canınızı yakanları destekleyenlerin de başına aynı türden bir bela gelince çok kolayca ve içtenlikle ' eyvah, yazık, üzüldüm' diyemiyorsunuz. Resmi ağızlarınız da karşı taraftaki şiddet eylemlerini kınarken aslında ' uluslararası bir tavır olarak ileride bana da lazım' diye tepki koyarlar. Zaten bütün dünya da sadece bunu yapmaktadır. Hem de sistemli biçimde şiddet eylemlerini yönlendiren ülkeler bile! Böylece oyun karşılıklı olarak sürer gider. Herkes yalan söyler, herkes yalancıktan inanıverir. Hakikaten iyi kalpli insanlar her zaman dünyanın en nadir varlıkları olarak sadece istisna hanesini doldururlar. Geri kalan ise sefil bir ' uluslararası boyutta acıları paylaşma edebiyatı'dır. Çağımızın dağdağası içinde iki öz kardeş arasında hakiki bir ' acı paylaşımı' zor iken toplumdan topluma, buradan dünyanın öbür ucuna halisane beşeri duygular yansıtabilmek ne mümkün? Bu uygarlık, tarih boyunca görüp geçirdiklerimizin en kötüsüdür! İnsanları aç aslanların önüne atarak eğlenenler de dahil hiçbir çağın seçkinleri şimdikiler kadar vahşi ve ahlaksız değildir. Zira o sapkın eğlencenin düşkünleri hiç değilse meleklik iddiasında değillerdi. Şimdi ise vahşi kapitalizmin seçkinleri bütün insanlığı köle yapma ülküsünün ve yaşanmakta olan sayısız bebek ölümlerinin efendileridirler. Hem kendilerini, hem bütün insanlığı mutsuz etmeye şartlanmış bu sahte tanrılar yüzünden dünyamızın zengini de, yoksulu da mutsuzdur. Her düzeydeki insan bu uygarlık sayesinde zaman fukarası ve yoğunluk kurbanıdır. Herkesin amansız bir telaşı olduğu için kimse kimseyi yeterince anlayabilecek ve hissedebilecek kadar zaman bulamamaktadır. Bu uygarlığın insanı, iki tarafı milyonlarca ekranla dolu bir yolda, bir tür televizyon hıyabanında bir ok gibi geleceğe doğru hızla kayan kişidir. Böyle bir kişi binlerce olay arasından hangisini hakkıyla algılayabilecek de insan doğasının gerektirdiği duygulanışı yaşayabilecek?
|