| |
Dışlanmışların "İntifada"sı
Hayır; 13 gün önce Paris'in banliyösünde başlayıp Fransa'ya yayılan şiddetin yine Paris'te uç verip tüm dünyayı etkileyen 1968 olaylarıyla hiç benzerliği yok... 68'de değişim isteyen gençlik başkaldırmıştı. Bu kez sistem dışına itilmiş, varoşlara tıkılmış üçüncü kuşak göçmenler devlete meydan okuyor...
Dominique Lapierre ile Larry Collins'in ünlü romanlarının adı yıllar sonra yeniden dünya medyasının manşetlerine çıktı: "Paris Yanıyor mu?" Hiç de abartılı sayılmaz. Gerçekten de neredeyse iki haftadır sadece Paris değil, Fransa'nın önemli bir bölümü yanıyor. Ve bilanço her gece daha da ürkütücü boyutlara tırmanıyor: 27 Ekim'de 23 araba yakıldı, 28 Ekim'de 29 araba, 29 Ekim'de 20 araba, 30 Ekim'de 8 araba, 31 Ekim'de 68 araba, 1 Kasım'da 228 araba, 2 Kasım'da 177 araba, 3 Kasım'da 420 araba, 4 Kasım'da 900 araba, 5 Kasım'da 1.295 araba, 6 Kasım'da 1.408 araba... Ayrıca okullar, kamu binaları, konutlar, işyerleri, spor salonları, kafeteryalar, ibadethaneler... Polisin yetersiz kalmasından dehşete düşen siyasilerden AB'nin kurucu üyesi, insan haklarının, özgürlüklerin ve demokrasinin beşiği Fransa'ya yakışmayacak çağrılar yükseliyor: "Ordu olaylara el koysun!", "Olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı ilan edilsin!" (dün gece ilan edildi) , "Medya otosansür uygulasın!" Doğru. Fransa'nın "sert" İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy'nin dediği gibi, olayları örgütlü-örgütsüz suç makineleri olan bir avuç "serseri", "güruh", "ayaktakımı" başlattı. Ancak sürdürenler ve hemen tüm büyük kentlere yayanlar onlar değil. Veya sadece onlar değil. 40 yıldır lav biriktiren yanardağın patlaması bu. Fransız devriminin kutsal mirası "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" ilkelerinin gözardı edildiği 40 yılın. Herşey 1970'lerde kentleşme politikasıyla başladı. Hemen tümünü de "Beyaz Fransızlar"ın oluşturduğu orta ve üst sınıflar, yine hemen tümünü "Siyah Fransızlar"ın oluşturduğu alt sınıfları tecrit edilmiş mahallelere sürdü. Görüş alanlarından uzaklaştırmak için.
Erdoğan'ın talihsiz demeci O gettolarda doğup büyüyen ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler ne eğitimde, ne konutta, ne istihdamda, ne de dayanışmada eşit koşullara sahip oldular. Olayların yatışmasına yardım etmesi istenenlerden Afrika kökenli öğretmen Münir Barbuşi'nin Başbakan Dominique de Villepin'e söyledikleri herşeyi anlatmaya yeterli: "Fransızlar, Afrikalılar'a ve Araplar'a ev kiralamayı ve iş vermeyi reddederse, olacağı bu!" Aslında Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, bugünleri daha 1990'ların başında görmüştü: "Ruhsuz bir mahallede doğan, çirkin bir konutta oturan, çevresi çirkinliklerle çevrili olan, fişlemek ve yasaklamak dışında kendisini görmezlikten gelen bir toplumda gri bir yaşam süren bir genç nasıl umutlu olabilir?" Peki, Fransa bu krizi nasıl aşacak? Hiç kuşkusuz bugüne kadar "uyum" değil "asimilasyon", hatta "dışlama", "yok sayma" politikaları yürütüldüğü farkedilip yeni sosyal programlar üretilecek. Bizim kaygımız, bu ortamda yabancı düşmanlığının körüklenmesi ve aşırı sağın güçlenmesi. Böyle bir gelişmenin Türkiye'nin AB sürecini olumsuz etkileyeceğini söylemeye gerek yok. Ama Başbakan Erdoğan'ın Fransa olaylarını "Türban yasağı"na bağlayan, böylece "mazur", hatta "meşru" gördüğü eleştirilerine, hatta suçlamalarına yolaçabilecek demeci için birşeyler söylemek farz oldu. Bize göre, Erdoğan'ın siyasi kariyerindeki en talihsiz açıklamalardan biri bu. Bugüne kadar -Müslüman toplum liderleri dahil- hiçbir Fransız yetkili, siyasetçi, akademisyen ve gazeteci, olaylar ile türban yasağı arasında bağlantı kurmadı. Çünkü yok. Dileriz, Erdoğan'ın bu demeci başına dert açmaz. Tabii Türkiye'nin de...
|