Gitmek, biraz ölmektir...
Neden bilmiyorum, tren yolları, garlar bana "kavuşmanın" değil "ayrılmanın" kavşakları olarak görünür... Kendimi yokluyorum, bunun sebebi, annemin ölümünden sonra bir daha uğramadığım Basınköy'deki evin salonundaki camlı kütüphanelerde duran Rus klasikleri midir? Eski Rus klasikleri, efkarlı ortamı, uzun paltolu demiryolcularını pek neşeli olarak anlatmaz... Bizim Haydarpaşa'yı da cıvıltılı bir bina olarak da anımsamam... Hülasa, hep bir hüzün vardır bende demiryolu söz konusu olduğunda...
***
Hüzünlü de olsa, demiryolu bir yandan da hiç ilgisiz kalamadığım bir gizemi taşır... Henüz gidemediğim Sirkeci Garı'ndaki sergi de bu merakımın projektörüne takıldı... Demiryollarının yüz ellinci yılıymış... Demek ki, kuruluşu 1854'ler...
***
Bizim ulaşım ağında Alman etkisi büyüktür ve gene iki Alman mimar tarafından inşa edilen Haydarpaşa Garı'nın yapılışı ise 1908'dir... Haydarpaşa Garı'nın bir diğer ayağı, yayılma eğilimi içinde çırpınan Almanya'nın Osmanlı'ya etkisiyle yapılan Hicaz Demiryolu ve oradaki ihtişamlı Şam Tren İstasyonu'dur... O da 1911'de yapılmıştır... Tren yolları yayılırken saat kuleleri de birbirini izler... Dolmabahçe Saat Kulesi 1895'dir... 1901'deki İzmir Saat Kulesi... Dışarının bastırmasıyla zorlanan modernleşme gayreti, zaman bilincinin ve saatlerin artması, ulaşımda trenleri kullanmak... Ne var ki, bu yenileşmeyi biz doğuramadık, o nedenle de demiryolları Osmanlı zamanında dört bin kilometrede kaldı, Cumhuriyet de bu mirası ikiye katladı ama daha ilerisine taşımadı... Dünyanın en sorunlu demiryolları bizde... Halbuki yeryüzü yeniden demiryolunu keşfetti ve bu ulaşım aracını uçakla yarıştırır hale geldi... Yirmi yıl önce, Fransa'da büyük sürat yapan tren ile Dijon'a bir gösteri seferinin yolcusu olarak gittiğimi hala anımsıyorum...
***
Aslında amacım bunları söylemek değil, açılan serginin nostaljik tılsımına tutuldum... Çini sobalarla ısıtılan bekleme salonları... İhtişamlı yemek takımları... Makinist şapkaları... Rus ve Fransız demiryolculuğunun bir parçası olarak tükenmemiş bir zerafeti içeren eski genel müdürlerin masası... Tüm bunlar önceki gün açılan sergide var... Neredeyse bir salonu gezerek Osmanlı'dan Cumhuriyet'e yüz elli yıllık derin bir yolculuk yapıyorsunuz... Türkiye'nin modernleşme gayretine tanık oluyorsunuz...
***
Bir Fransız şiiri "gitmek biraz ölmektir" der... Şimdi zaman öyle hızlı akıyor ve ulaşım ile iletişim buna öylesine coşkuyla eşlik ediyor ki, ayrılık şiirlerinin etkisi azalıyor... Demiryollarının, trenlerin, garların manevi hüznü, bizim yaştakilerin içlerindeki bir eski resim... Uçak ile yarışan hızlı trenlerin vızır vızır Avrupa'yı dolaştığı çağda belki de eski resim bile değil... Ama hem yüz elli yıl önceyi hem de var olup olmadığını bilmediğim o içimdeki resmi görmeye ilk fırsatta Sirkeci'deki sergiye koşturacağım... Trenler bizler için özel önemi olan dünyalar... Benim içindeki garlar, uzun paltolu demiryolcular Basınköy'deki camlı dolaptan başlar, Sirkeci'deki sergiye kadar uzanır... Mehmet Altan kanatlı karınca
|