İniş-çıkışlı bir yol
Türkiye için asıl zorluk 32 müzakere konusunu aşmakta görünmüyor. Asıl zorluk Avrupalı'nın "öteki" kavramını yenmekten geçiyor.
Son dönemde sürekli olarak Türkiye'nin Avrupa Birliği ile müzakerelere başlamaya hazır olup olmadığını tartıştık. Peki AB, farklı bir kültür ve dini temsil eden 70 milyonluk Türkiye'yi içine almaya hazır mı? Bunu çok tartışmadık. Moda Haftası için geldiğim Paris'te rastladığım Nilüfer Göle'ye göre hazır değil ve Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerine başlamasının çok büyük tepkileri yakında ortaya çıkacak. Göle, Avrupa'nın Türkiye sayesinde aynada kendini görme fırsatı bulduğunu ancak yansımanın o kadar iyi olmadığını söylüyor. "Modern Mahrem"i yazdığında da büyük tepkiler alan Göle, şimdi de Avrupa entelektüel dünyasını sarsmaya hazırlanıyor. Sadece Göle değil, Amerikan basını da aynı görüşte. Amerikalılar da önümüzdeki 10-15 yıl içinde Türkiye kadar Avrupa'nın da kendini değiştirmesi gerektiğini savunuyorlar. Açık olan bir şey var. Türkiye ve Avrupa mantalitesi gerçekten çok yakın değil. Elbette Türkiye'de kendini Ortadoğulu'dan çok Avrupalı sayan bir azınlık mevcut. Ancak çoğunluğumuzda Ortadoğululuk ruhunun hafif bastığını kimse iddia edemez. Bunu tespit etmek Türkiye'nin AB'de yeri olmadığını savunmak anlamına gelmiyor. Çünkü biz beğenelim beğenmeyelim, global dünya artık ulusdevlet sınırlarını zorluyor. "Ulus-devlet"in en büyük destekçisi gazeteydi. Yeni ortaya çıkan ve ismini henüz koyamadığımız düzenin destekçileri ise internet ve uydu televizyon yayını. İnternet ve uydu televizyonları sınırları siliyor. Bir dünya düzeninden yeni bir dünya düzenine geçiş süreci hızlandıkça sancılar artıyor, rahatsızlıklar çoğalıyor. Bunun yansımaları ne yazık ki, ırkçılık, tek dine bağlılık, farklı olanı aşağılama şeklinde çıkıyor. Afrika'dan futbolcu, Rusya'dan manken, Türkiye'den dizaynır, Asya'dan mühendis alan Avrupa'nın sınırlarını sadece aşırı seçici ihtiyacı ile belirlemesi mümkün değil. Köyden kenti denetleyemediği gibi, sınırların eriyip muğlaklaşmasına da alışacak insanoğlu. Bu durumun kendi düzenini kurmuş, güvenliğini sağlamış, kültürünü oluşturmuş Avrupa'da rahatsızlık yaratmaması mümkün değil. Göçlerle oluşmuş Amerika'nın aksine Avrupa dışlayıcı. Amerika kendi Siyahları'yla, Hispanikleri'yle barış yaparken Avrupa kendi Müslümanı'nı, 30 yıl önce törenlerle aldığı "göçmen işçisi"ni kabullenemiyor. Bu açıdan bakınca Türkiye için asıl zorluk 32 müzakere konusunu tek tek aşmakta görünmüyor. Türkiye, reformlar konusunda ne kadar yetenekli olduğunu son 5 senede kanıtladı. Türkiye için asıl zorluk Avrupalı'nın "öteki" kavramını yenmekten geçiyor. Avrupa, Müslüman olanı, farklı kültürden olanı içine almayı benimseyemedikçe yapılan reformların sokaktaki insan açısından etkisi sıfır olacaktır. Türkiye'nin AB yolculuğu bence "global dünya"nın gerçek sınavı. Irak, bunun şiddet ve silah yönüyle yürütülen biçimiydi. TürkiyeAB macerası ise yumuşak gücün etkisiyle bitirilmesi amaçlanan bir süreç. Şiddet yoluyla sonuç almanın kolay olmadığı çok açık biçimde ortaya çıktı. Üstelik, şiddet her zaman olduğu gibi yepyeni şiddetleri doğurdu. Irak bir cadı kazanına döndü. Türkiye ise global dünya düzeninde farklı olanların barış içinde bir araya gelip birbirini etkileyip değiştirerek yaşayabileceklerinin bir örneği veya örneği olma iddiasında. Böylesi bir sürecin hem Avrupa'da, hem Türkiye'de rahatsızlık yaratması, tepkiye yol açması kaçınılmaz. Ancak bu sürecin başarıyla tamamlanması dünyanın alacağı yeni biçimin en önemli belirleyicilerinden biri olacak. O nedenle, zorluklardan yılmadan, eleştirilerden alınmadan, eksiğimizi görüp düzelterek artımızla övünerek yolumuza devam etmek en iyisi.
|