kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
  » Cumartesi
    Aktüel Pazar
    Otomobil
    İşte İnsan
    Sinema
    Turizm Rehberi
    Teknoloji
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Sunay Akin @ SABAH
 

Su'daki us

Anne karnındaki suda bir batık gibi bekledik dokuz ay, on gün... Ve doğarak, bir batıktan kurtarılacak en güzel hazine olan insanı sunduk yaşama. "Topraktan geldik, toprağa döneceğiz" deniliyor. Sudan geldik oysa... Bunun en güzel kanıtı da, hala sudan nedenlerle birbirimizi kırmamız, incitmemiz değil midir!? Suyun kaldırma gücünü usuyla bulan Arşimet'ten yıllar önce yapılan Nuh'un Gemisi tufanda batsaydı, ne olurdu? Suyun içi, yeni bir evrimi kaldıracak canlılarla dolu değil midir? Kızılderililer, dünyanın bir balık gibi, Tanrı tarafından oltayla uçsuz bucaksız bir sudan yakalandığına inanırlar. Babillilerin yaratılış efsanesinde rastladığımız dünyanın bir su kütlesi olduğu inancı, Mısırlılarda da çıkar karşımıza. Firavun Pepi'nin gömülü olduğu piramidin duvarında şunlar yazılıdır: Pepi sudan doğmuştu Gökyüzünden evvel Dünyadan evvel Dağlardan evvel

BİR İÇİM SU
Usun, yaratılış efsanelerinde ilk sıraya suyu koyuşuna Altay Türklerinde de rastlarız: "Daha yer ve gök yaratılmadan evvel, her şey sudan ibaretti. Ne toprak, ne sema, ne güneş, ne de ay vardı." Ne yaşamın kaynağını tam olarak tarif edebildi usumuz, ne de aşkın nasıl bir şey olduğunu!.. Usumuzu başımızdan alan aşklar yaşadık. "Nasıl güzel mi?" diye sorulduğunda "Bir içim su" yanıtını verdik. Güzelliğin tanımında kullandığımız su aynı zamanda ilk aynamız oldu, ayna zamanında!.. İlk suda gördük saçlarımızı, gözlerimizi, yüzümüzü? Ama su, yalnızca kendimizi değil, düşlerimizi de gösterecek gücü barındırdı içinde... Su falına baktırdık, bir şeyler öğrenmek için yarınlardan. İnsanlığın geleceğinin habercisi sudur gerçekten de. Ay'da su olmadığı anlaşılınca başka gezegenlere taşıdık, koloni kurma düşümüzü... Bilimin yıldızlarda izini sürdüğü su, usun gelişimindeki etkenler arasında ilk sıradadır. Tıp mesleğinin kurucusu sayılan Hipokrates, insan sağlığını etkileyen faktörleri "hava, yiyecek, topografya ve rüzgar" diye açıklar; listenin ilk sırasına da tabi ki, suyu yazar. Sahi, yeri gelmişken soralım: Hipokrat yeminini unutarak, "Eşşek sudan gelinceye kadar" dövülen bir insan için "işkence görmemiştir" raporu yazanlara ne demeli? Su barıştır!.. "Su içene yılan bile dokunmaz" sözü, hoşgörü anayasasının ilk maddesidir herhalde. Bütün mahkemelerde gözler su üstüne bakar. Sonuçta ne de olsa, gerçeklerin çıkacağı yer su üstüdür!.. Güzellik, barış, adalet... Bu kavramlarda suyun saygınlığını görürüz. Bir de "Su katılmamış olmak" diye bir değer koymuşuz orta yere. Özünden bir şey kaybetmemiş olmayı anlatmak için kullandığımız bu deyimde su olumsuzlanır. Aziz Nesin şu sözüyle toplumsal kirlenmeyi, çöküşü ne de ustaca anlatmıştır: "Yaptığımız en güzel şey ayrandır. Onu da yoğurda su katarak yapıyoruz!" 2 Temmuz 1993'de, Sivas'da, Laik Cumhuriyet karşıtları her birinin usu birer okyanus olan sanatçıları diri diri yakarken, itfaiye arabasının yangın yerine ulaşmasını engellemeye çalışanların usu, karanlık bir kuyunun dibindeki su kadardı. Yangın önlemi olarak resmi dairelerin koridorlarına konulan içleri su dolu kovalar altı tanedir. Bunun da nedeni "Yangın" sözcüğünün altı harften oluşmasıdır. Sizi bilmem ama, önlemin bir sözcükteki harf sayısından oluştuğu bu görüntü beni hep güldürür. İyi ki, "Yangın" yerine üç, dört harfli bir sözcük kullanmamışız? Dokuz, on, hatta on bir harfli bir sözcük kullansaydık, aldığımız önlem daha ciddi boyutta olurdu! İstanbul çeşmeleri bol olan bir kentti. Ne var ki, evlerle çeşmelerin arasındaki uzaklık ve kadınların su taşımasındaki zorluk "Saka" adı verilen su taşıma mesleğini doğurmuştur. Evliya Çelebi'ye göre, 17. yüzyılın ortalarında İstanbul'da 1400 atlı ve 8000 yaya su taşıyıcısı bulunmaktaydı. Yaya sakalar suyu, 45 litre kapasiteli olan ve köseleden yapılan "Kırba"larda taşırlardı. Sakalar, su sattıkları evin kapısına bir kertme atarlardı. Ay sonunda kertmeler toplanır ve ortaya çıkan miktara göre para istenirdi. Hesap kesimi sırasında yaşanılan tartışmalardan sonra halk arasında "Saka tebeşiri gibi çift yazar" sözü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Ama yangınlarda kapıların kül olması sakalar için hesabın kitabın karıştığı bir kabustan farksızdı. Apartmanlardaki su sayaçlarına bakarak sakaların çentiklerini anımsayan kaç kişi vardır ki? Günümüzde ne sakalar kaldı, ne de İstanbul'un buğdayını öğüten Göksu'nun kıyısındaki su değirmenleri... Ama, çeşmeler sayıları azalsa da, yol kenarlarında göze çarpıyorlar hala... Çarpıyorlar da, hiç de iç açıcı durumda değiller ne yazık ki. Onların halinden anlayan şair de yalnızca Bedri Rahmi Eyuboğlu'dur: İstanbul'un çeşmeleri Genç yaşta sütü kurumuş analar gibi Şahdamarları burulmuş Kimi yıllardır su demiş yorulmuş Bırakmış kendini sırt üstü güneşe Çöp tenekesi olmuş.

MUSLUK SÖKENLER
Us, suyu doğal akışından koparmış, insanın ayağına kadar getirmiştir. Us suyu muslukla evcilleştirmeyi başarmıştır. Kanuni döneminin sonlarına doğru, sokak çeşmelerine takılan musluklar halk tarafından tahrip edilmiştir. Su israfını önlemek ve sağlık amacıyla çeşmelere takılmaya başlanılan "Burma lüle" adlı muslukları yerlerinden sökenler, saldırılarının nedenini, Tanrı nimeti olarak kabul ettikleri su üstünde kısıtlayıcı bir otoritenin kurulmasını duyulan tepki olarak açıklamışlardır. Bir fıçının içinde yaşayan ünlü düşünür Diyojen, eliyle su için bir çocuk gördüğünde "Buna da gerek yokmuş" diyerek, sahip olduğu tek eşya olan tası da atar. Diyojen'e "ussuz" denilebilir mi? "S" harfi bir hortum, "U" da su kabı... Su ve usu en güzel anlatan obje mi?.. Elbette su terazisi!.. Peki ya en güzel şiir?.. Bence, köprünün altından çok sular akmış olsa da, Grek Edebiyatı'ndan şu iki dize: Bir taşı delen suyun gücü değil, Damlaların sürekliliğidir!.

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
 Su'daki us   / 01-10-2005
 Uyanır uyanmaz gelin!..   / 24-09-2005
 Sevgili diş fırçam   / 17-09-2005
 Hıncal'ın gördükleri   / 10-09-2005
 Kız Kulesi'ndeki babaanne!   / 27-08-2005
 Devrilen iki kitap   / 20-08-2005
 Camdaki Arap kızı   / 13-08-2005
 Dürüst olalım beyler   / 06-08-2005
 Maçka yoluna konulan taş!   / 30-07-2005
 Cumartesi sineması   / 23-07-2005
    Cumartesi Yazarlar
  » Güncel
    Yaşama Dair
    Sinema
    Gurme
BALÇİÇEK PAMİR
Yalan söylüyorum, alınma
Derin bir nefes alıp bir süre...
ALİ POYRAZOĞLU
Tiyatro mucizesi...
Her sabah oturup sorarım kendime "ne...
FİLİZ AKIN
Herkesin okulu özeldir
Ankara Koleji hazırlık bölümüne...
SUNAY AKIN
Adımızdan da önce
Birisi karşınıza çıkar da, "Atın kim?"...
AYŞE BRAV
Namus abideleri
Erkeklerin kadınları aldattığı hikayeler...
PROF. DR. BENGİ SEMERCİ
İğneden korkulur mu?
"Yaramazlık yaparsan sana iğne...
Kebap deyince akan sular duruyor
Gazeteci-yazar Hıncal Uluç tam bir kebap tutkunu. Kebaba düşkünlüğü, eti ancak...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.