kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
  » Cumartesi
    Aktüel Pazar
    Otomobil
    İşte İnsan
    Sinema
    Turizm Rehberi
    Teknoloji
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Sunay Akin @ SABAH
 

Devrilen iki kitap

Anadolu'dan Akdeniz'e uzanan bir yol üstündeki kaya yazıtında şu yazılıdır: "Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek: Yalnızca benliğinde özgür olan kişidir, özgür insan. Kendi doğasındadır özgürlüğünün ölçüsü. Ve kararında içtense, yüreğindeyse dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi. Ve bunlarla yücelir insan, hatalarla değil." Isparta'nın Sütçüler Kaymakamı'nı Orhan Pamuk'un kitaplarını toplatması, okunmalarını yasaklamasıyla tanıdık. Bu uygulama, hukuk defterine büyük bir hata, aydınlanma defterine ise büyük bir ayıp olarak kaydedilmiştir. Böylesine çirkin davranışlarla insanın yücelmesinin olanaksız olduğu herkes tarafından bilinmelidir. Kitapları yasaklayanlara "taş kafa" denilemeyeceğini de yukarıda sözünü ettiğimiz "Yazılı Kanyon"daki taş, hepimize öğretmektedir. Kitapları yasaklayanları "çağdışı" olarak adlandırmanın yanlış olduğunu da yine, yüzyıllar öncesinde taşa yazılan bu yazı fısıldar kulağımıza; der ki: "Her insanın içinde bir ham taş vardır. İnsan, ham taşını yonttuğu oranda yücelir." Kitaplara ve düşünceye özgürlüğü savunmak, insanlığın yücelmesini istemektir. Uygarlık, özgürlüklerden kurulan ve inşası devam eden bir mimari yapıdır ve de temel taşlarından biri ülkemizde, "Yazılı Kanyon"dadır. Kaya yazıtını görmek için Isparta'ya gitmelisiniz; Isparta'nın, kitaba getirilen yasakla anılan ilçesi Sütlüce'ye!.. Ne garip değil mi, bu şirin ilçemiz üstünde özgürlüğün en güzel tarifini taşıyan kaya yazısıyla değil de kitap yasaklayan kaymakamıyla tanınıyor! Zaten bunun tam tersi olsaydı, Anadolu tarihinden, aydınlanmasından haberdar bireylerden oluşan bir toplum kıvamına gelseydik, o zaman kitapları, şiirleri yasaklayan yöneticilerimiz olmazdı. Hadi, kaya yazıtını bir kenara bırakalım, siz hiç Muzaffer Gökman'ın anıldığı, onun ışığını yansıtan bir yazı ya da haber okudunuz mu? Muzaffer Gökman, kitaplara adanmış koca bir hayatın adıdır. Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin "Kedili Kütüphane" olarak anılmasına son veren, memurların kitap götürüp getirmek yerine, okurlara kitap öneren bir birikime sahip olmalarını sağlayan Muzaffer Gökman'dır. Evet, İstanbul'un en gözde meydanlarından birinde yer alan Beyazıt Kütüphanesi, altmış yıl önce bir kedi hastanesinden farksızdı!

KEDİLİ KÜTÜPHANE
İsmail Saip Sencer'in müdür olduğu dönemde kütüphanenin durumunu, hocası Muzaffer Gökman'ın anısına bir kitap hazırlama duyarlığını gösteren Remzi Kırık'tan okuyoruz: "Kütüphanede kedi sayısının 150'ye yaklaştığı olurdu. Çoğu hastalıklı olan bu kedilere Merhum Saip Efendi büyük bir şefkat gösterir, görevlilerden müdürün gözüne girmek isteyenler de, göstermecilik de olsa bu ilgiye katılırlardı... Saip Efendi elini devamlı kevgire daldırıp, avuç avuç ciğeri okuma salonuna, okuma masalarına, okuyucu sandalyelerine fırlatırdı. Yüzlerce kedi bir savaş halinde bu dağılan ciğerlere saldırırdı." Sorun sadece kediler olsa iyi!.. Kütüphanenin gece bekçisi müdür yardımcısıyla bilek güreşi yapmakta, soba üzerindeki kazanda personelin çamaşırları kaynamakta, müdürün odasındaki sobanın üstünde palamut balığının pişirildiği, evi istimlak edilen bir personelin odalarından birine ailesiyle yerleştiği ve en korkuncu da sahte doktorluk yapan bir memurun hasta muayene ettiği bir kütüphane!!! İşte sizlere çok değil, altmış yıl öncesinin Türkiyesi'nden kütüphane manzarası!!! Hem de İstanbul'un göbeğinde, kapısı Beyazıt Meydanı'na açılan bir kütüphanenin görüntüsü! Unutmadan; kedileri sevmemek, onları doyurmamak hiç olur mu? Ama şüphesiz ki bunun yeri bir kütüphanenin okuma salonu olmamalıdır.

ÇABASI HİÇ BİTMEDİ
Muzaffer Gökman, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ni bir pislik yuvası olmaktan kurtarıp, aydınlanma yuvasına dönüştürmüştür. Hem de bu başarıyı son derece zor koşullarda, kütüphaneciliğin bir meslek olarak görülmediği yıllarda sağlamıştır. Gökman, 1943 yılında, devlet dairelerinde tozlanmaya mahkum edilen eski dosyaları toplamış ve onları keserek ülkemizdeki ilk fiş kutusunu yapmıştır. Yüzyıllar öncesinde bir kayaya yazılan sözden vazgeçtim, bu bilginin değerini, heyecanını unutan bir toplumda kitap sevgisinden söz edilemez. 29 Mart 1950 tarihi, kitap dünyasında çok önemlidir. O gün, Muzaffer Gökman ve çalışma arkadaşlarının bir eseri olarak 40 bin kitaplık bir koleksiyon Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde kitapseverlere sunulmuştur. Ne var ki, bu güzel çalışmayı insanlara sunmanın sevinci bir haberle yasa dönüşür. O gün, İstanbul Teknik Üniversitesi hocalarından Prof. Dr. Feyyaz Gürsan, sınıfta kalan bir öğrencisinin saldırısı sonucu hayatını kaybeder! Ülkemizde bir çocuk kütüphanesi yine ilk kez, Muzaffer Gökman'ın emeğiyle 24 Nisan 1952'de, Beyazıt Kütüphanesi'nde açılmıştır. 1960'lara gelindiğinde kütüphane kitaplara dar gelir, doğal olarak... Binanın hemen yanındaki eski "Dişçi Okulu"nu kütüphaneye katmak isteyen Muzaffer Gökman, 18 Mart 1965 tarihli bir yazı alır İstanbul Belediyesi'nden: "Bahis konusu sahanın turist ve cenaze arabaları için otopark yeri olarak tefriki mecburiyeti düşünülmüş ve hazırlanan plan gerekli tasdik mercilerinden geçerek yürürlüğe girmiştir." Gökman'a verilen yanıt açıktır: "Kütüphaneyi boş ver, biz o yeri cenaze arabaları için otopark yapacağız!" 40 yıl öncesinde, cenaze arabalarına park yeri açmanın kütüphane kurmaktan daha önemli olduğu bir ülkede kitapların, şiirlerin yasaklanması şaşırtmıyor beni. Böyle bir ülkede elbette Muzaffer Gökman gibi gerçek kahramanların, kütüphanecilerin değil, katillerin, çetelerin, eli silahlı korkaklar sürüsünün öyküleri televizyon dizisi yapılacaktır! Gökman, kendinden önce kütüphanede iki yıl müdürlük yapan Selim Nüzhet Gerçek'in rafta devrilmiş iki kitabı görmedi diye kendisine nasıl bağırdığını anlattı durdu yıllarca: "Sen kütüphaneci olamazsın!.." Tüm kütüphanecilere selam olsun, sevgi olsun, saygı olsun... Onları anımsamak için "Kütüphanecilik Haftası"nı beklemek gerekmiyor. Evet, uygarlık sürmekte olan bir mimari yapıdır, tuğlaları kitap olan.

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
 Su'daki us   / 01-10-2005
 Uyanır uyanmaz gelin!..   / 24-09-2005
 Sevgili diş fırçam   / 17-09-2005
 Hıncal'ın gördükleri   / 10-09-2005
 Kız Kulesi'ndeki babaanne!   / 27-08-2005
 Devrilen iki kitap   / 20-08-2005
 Camdaki Arap kızı   / 13-08-2005
 Dürüst olalım beyler   / 06-08-2005
 Maçka yoluna konulan taş!   / 30-07-2005
 Cumartesi sineması   / 23-07-2005
    Cumartesi Yazarlar
    Güncel
  » Yaşama Dair
    Sinema
    Gurme
PROF. DR. ERDEM YEŞİLADA
Her tip kanser ve hastalık tedavi...
ETA tarihinden kanlı sayfalar
ETA tarihinden kanlı sayfalar
Aslında biraz fazla uzun ve karışık bir film. Ama yine de baştan sona...
Bu randevuya hayır demek mümkün mü?
Bu randevuya hayır demek mümkün mü?
Toplum içinde, hatta büyük bir aile içindeki büyük yalnızlığımız, bir...
Kebap deyince akan sular duruyor
Gazeteci-yazar Hıncal Uluç tam bir kebap tutkunu. Kebaba düşkünlüğü,...
Kırmızı siyah bir sergi hikayesi
"Resim Heykel müzesini bir tarafa bırakırsak, gerçek anlamda ilk sanat müzemize...
Hollywood yıldızları bu modacının tasarımlarını yere göğe koyamıyor
İsmini 'çok şık, çok tarz' anlamına gelen 'bon chic, bon genre' deyiminden alan...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.