İsim vermeyeyim
Bunca zaman sonunda şunu öğrendim sanıyorum: Bir insan, "kökten demokrat" olabilmek için... 1.Şeyden ve göbekten bağımlı olmayıp kökten bağımsız olup öyle düşünebilecek. 2.Hayatın her anında, her veçhesinde adil olabilmeyi, adalet talep edebilmeyi, talep edenlerin sesleriyle buluşabilmeyi, ikiyüzlülüklerle vuruşabilmeyi kendine dert edinecek. 3.Seçmeci, ayırmacı, kayırmacı olmayacak. Elbette, daha bir sürü şey gerekir de, bence esas köşeler bunlar. Diğerleri, köşeler arasındaki kenarlar, kenarlarda noktalar, köşenin açıları vesaire filan olmalı. Önce; açıkçası, kendi namıma itirafta bulunup işe çuvaldızla başlayayım: Ne yapsam, "o kadar kökten demokrat" olamıyorum. Ne kadarından kurtulsam, tam bağımsız sayamıyorum. Maddi dünyanın alışkanlıkları ve bağımlılıkları, ki bunlara "zorunluluklar" filan da deniyor, severek, isteyerek yahut bir şekilde, bazen mecburen, bazen hiç de mecbur olmadan edindiğiniz fren sistemleridir. İstediğin kadar gaza bas... Patinaj mukadderdir!
Şimdi gelelim iğneye, gelsin iğneci. Misal bu ya... Demokrasiye tam manasıyla sahip çıkan büyük medyada yazıp çizen kimse gazetecilerin örgütlülüğünü... Yahut demokrasinin gelişmesi için büyük hizmetlerde bulunan vakıflı özel üniversite dünyasında kimse üniversite öğretim elemanlarının sendikalaşmasını filan savunamaz. Bir; demokratik zihin dünyasının kıvrımları içinde öyle bir demokrasi unsuru kalmamıştır. İki; düzenin kimi veçhelerine ve cephelerine cesaretle yüklenebilen demokratik kararlılık, aydın tavrı vesaire, çeşitli statü ve statüko bağımlılıklarından nasibini almıştır. Haksızlıklar, adaletsizlikler, ayrımcılıklar, kayırmacılıklar arasında seçme ve seçim yapıyorsak... Dünyada, ülkede, kurumlarda kimi hiyerarşi ve dayatma sistemi bize "büyük adaletsizlik, antidemokratikliğin ta kendisi" geliyor da, kimilerini pek dert etmiyorsak... Benim adım Hıdır... Elimden gelen budur!
Elbette hayat acımasız ve bir gösteri dünyasında yaşıyoruz. Hayatın acımasızlığı; kendini korumak, sağlama almak, öyle hep kapıyı da kapatmamak gibi masum, mütevazı güvence arayışlarını yahut iri kıyım ihtirasları, azgınlıkları doğuruyor. Gösteriler dünyası da öyle: Kendini kanıtla, hissettir, bir şeyin fark edilsin. Yoksa, yoksun. Milyonlarca insan, yok. Oysa, statünle, köşenle, fikrinle, görüntünle, sözünle, sesinle, yazınla sen varsın. Varoldukça kendi görüntünün, kendi fikrinin, kendi sesinin tutsağı haline geliyorsun. Bu esaret, duygusal, varoluşsal bağımlılıklar yarattığı gibi elbette yine büyük ihtirasların "aşırı duygusal" sarhoşluklarını da doğurur. Bağımlılıktan, sarhoşluktan da elbette demokrat ve demokrasi çıkabilir... "Kökten demokrat" asla çıkmaz. O yüzden, Batı dünyası, hatta Bush Amerikası bile, salt "insan hakları" meselesini kararlılıkla savunur ve demokrasi ile demokratlığın temel ölçüsü yapar. Elbette temel bir ölçüdür; ancak, dünyanın yakıcı haksızlıklarını, adaletsizliklerini hiç dert etmeyip bir de azdıranlara, o nedenle ille de "demokrat" demek zorunda mıyız, tartışılır. Bireyler de öyle. İsim vermeyeyim.
|