| |
|
|
Şiddete karşı tavır
Yetkililer kabaran öfke dalgasından ve gerginlikten ötürü kaygılı. Ülke imajı ve toplumsal huzur için medyaya çağrı var. Peki, ne yapmalıyız? Terör ve şiddet karşısında okur bizlerden nasıl bir gazeteci sorumluluğu bekliyor?.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, terör olayları ve çeşitli kentlerdeki şiddet eylemleri ve linç girişimleriyle ilgili olarak medyayı bir kez daha "habercilikte dikkatli olmaya" çağırdı. Yazılı ve özellikle görsel basının terörü ve şiddeti haklı kılıcı nitelikteki yayınlardan vazgeçmesini istedi Başbakan. Başka ülkelerde basının farklı bir sorumluluk anlayışıyla hareket ettiği görüşüne de üstü kapalı olarak yer verdi. Anladığım kadarıyla Erdoğan bu tür 'hassas' gelişmeleri tamamen göz ardı etmemizi öneriyor. Amaç, "toplumsal infial değirmenine su taşınmaması"...
Ne eksik, ne fazla Haklı mı? Basın ve görsel medya nasıl davranıyor, ne yapmalı? Sabah'ın Doğu illerindeki mayınlama ve çatışma olaylarını veriş tarzı ve daha sonra gelen kitlesel şiddeti aktarışıyla ilgili olarak okurlardan dikkate değer bir tepki gelmedi. "Bunları verip ülkemizi zorda bırakmayın" tarzında tek tük genel itirazlar hariç. Yayın Koordinatörü Şule Talu, bunu "gazetenin haberleri sadece gerektiği kadar görüp, fazla büyütmeden iç sayfalarda sunmasına" bağlıyor. "Öfkenin kabardığı böyle zamanlarda sorumluluğumuz bunu gerektiriyor" diyor. "Çizginin ucu kaçarsa, yaşanacaklarda basının payı mutlaka aranır." Eski ve aşırı bir örnek olsa da, 6 Eylül 1955'te basının kışkırtma amaçlı sansasyonel yayınlarında olduğu gibi. Böyle dönemlerde habercilikle provokatörlük arasındaki çizgi iyice incelir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hak ve Sorumluluk Bildirgesi şöyle diyor: "Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz. Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz." Başbakan, haberlerde abartıya ve sansasyona paye verildiği görüşünde haklı olabilir. Çünkü özellikle TV alanındaki sert rekabet yüzünden ipin ucu fena halde kaçabiliyor.
Yok sayamayız Ama, işine özenle sarılan hiçbir haber kuruluşu, örneğin Bozüyük'te yaşananlar türünde ve çapında bir olayı görmezden gelemez, 'olmadı' diye başını çeviremez. Yok saymak, yurttaşın kendisi ve toplumun geneli için tehlikenin risklerini çok daha fazla büyütür. Çünkü demokrasileri güçlü kılan en önemli unsur, doğru bilgidir. Şiddet toplumun huzurunu ve ülke geleceğini tehdit edici bir eğilime dönüşüyorsa, sadece haberleştirilmeyecek, üzerinde kanaat ve yorum da üretilip ona karşı bir "anti-şiddet" cephesi oluşturulacaktır.
Bilmek şart Yurttaş, komşu kasabada, ilde, bölgede kitlesel bir gerginlik varsa bunu bilmelidir. Yurttaş, eğer "açık ve yakın bir terör tehlikesi" varsa, tehdit varsa, basın ve medya yoluyla uyarılmalıdır. Esas olan imaj değil, 'bilmek'tir. Kritik nokta, şu veya bu yönden tetiklenen şiddeti ve öfkeyi haklı gösterecek yorumlardan, infiali tetikleyecek mükerrer veya gereksiz ayrıntılardan, kimden ne amaçla geldiği belli olmayan söylentilerden kaçınmaktır. Her hal-u kârda, bu tür haberleri okura olağandışı bir titizlikle eleyip sunmak (göz ardı etmek değil) gerekiyor.
|