Yaşam üzerine ince öyküler
Son yılların en derin iz bırakan buruk komedisinin hemen DVD olarak çıkması yaz mevsimine renk kattı doğrusu. İlk bakışta hiç de başarı vaat etmeyen bir öykü bu kadar etkili olabilir. Şarap, aşk ve hayat üzerine bir senfoni gibi akıp giden "Sideways" (20th Century Fox / Tiglon), sinema dünyasını sarsmakla kalmadı, Merlot şarap satışlarının düşmesine, ve Pinot Noir fiyatlarının patlamasına da yol açtı! Hayata küskün bir "loser" olarak son çabasını romanını tamamlamakla gösteren Miles (muhteşem Paul Giamatti), kankası zampara Jack'le birlikte Kaliforniya'nın bereketli şarap bağlarında bir haftalık gezintiye çıkar. Evliliğe hazırlanan Jack zamparalığa devam ederken, Miles da bir garson kıza gönlünü kaptırır. Gezer, konuşur, şarap içer ve hayatı düşünürler. Hepsi bu! Ama, filmin ayarı öylesine düzgün, karakterleri o kadar hakiki, akışı öyle doğal ki, izlerini uzun süre üzerinizden atamıyorsunuz. Işıl ışıl, minik bir mücevher gibi. Onun kalibresine yakın bir komedi daha gündemde bu hafta. Cedric Klapisch'in nakış gibi işlediği "L'Auberge Espagnole" (İspanyol Oteli, Palermo), yaşamın cilveli kesitlerinden birini ekrana yansıtıyor. Genç bir Parisli, Xavier, kimlik ve gelecek kaygıları içindeyken, mutsuz kız arkadaşını ardında bırakarak, iktisat okumak üzere bir yıllığına Barcelona'ya gidiyor. Burada İngiliz, Alman, İtalyan ve Danimarkalı öğrencilerle bir daireyi paylaşıyor. Xavier, tahmin edeceğiniz gibi burada iktisattan ziyade hayatı öğrenecek, onda derinleşecektir. Dijital kamerayla, tüm doğallık içinde çekilmiş bu filmde, birbirinden güzel diyaloglar içiçe. Yaşam tutkusu, gençliğin tüm gelgitleri arasından bir çiçek gibi çıkıyor. Her karesinde kendimizden bir şeyler bulacağımız, lezzet dolu bir film bu da.
HALA DİRİ BİR BİLİM KURGU Paul Verhoeven bu sıralarda DVD'lerin gözde yönetmeni. "Temel İçgüdü"nün ardından, enfes bilim kurgu çalışması "Total Recall" (Gerçeğe Çağrı, Studio Canal / Palermo) ile ilgi çekeceğe benzer. Mars'tayız: Burada çalışmakta olan sıradan bir adam (Arnold Schwarzenegger), günlerden bir gün, tüm yaşantısının ve geçmişinin, aslında hafızasına yüklenmiş bir hayalden ibaret olduğunu sezinleyecektir. Verhoeven, parlak bir fikri ince zekasıyla geliştirerek, "Blade Runner"dan sonra belki de en önemli bilim kurgu filmine imza atmış. Teknoloji ve diktatörlük ilişkisi, kimlik ve gelecek kuşkusu, paranoya ve inanç, gerçek ve hayal arasında gezinen, sıkı action sahneleri ve olağanüstü ustalıktaki kurgusuyla hala heyecanla izlenen bu filmi bulundurmak yararlı olabilir. Hayallerin sınırlarını zorlayan bir yapım daha var. "Sky Captain and the World of Tomorrow" (Sky Captain ve Yarının Dünyası / Palermo), çizgi romanların en parlak dönemine gönderme yapmakla kalmıyor, klasiklerden sahnelere de yer vererek sinemaseverlerin gönlünü çalıyor. Usta pilot Sky Captain (Jude Law) ile acar muhabir arkadaşı, dünyanın başına çorap örmeye çalışan çatlak bir bilimadamı ile mücadeleye girişiyor. İşin içinde Angelina Jolie de var! Bilinen dijital filmlerden çok daha farklı bir yapım bu. Robert De Niro ile Cuba Gooding Jr'un sağlam bir oyunculukla baştan sona sürüklediği "Men of Honor" (Onurlu Bir Adam, Fox / Tiglon), yer yer klişelere başvursa da, ABD ordusunda ırkçılığı odak alan gerçek bir öykünün hakkını vermekte. Ve son olarak, bir klasik: George Stevens'ın 1942 tarihli filmi "Woman of the Year" (Yılın Kadını, WHV / Tiglon) Katharine Hepburn ve Spencer Tracy'i ilk kez buluşturması ve bir daha hiç ayrılmamalarını sağlaması bakımından önemli. Bir spor yazarıyla siyaset muhabirinin fıortınalı aşkını anlatan bu komedi, Hollywood'un efsanevi ikilisinin arasında nasıl bir kimya olduğunun kanıtı.
Melis Akman
|