AB için yerinde say marş!
Bu iktidarla birlikte Türkiye'nin AB üyeliğine doğru pek yüksek bir tempoya ulaşan 'yerinde sayma' mücadelesinin ülke ve millet için anlamsızlığını, en azından yararsızlığını gösteren kanıtın ortaya çıkmadığı gün geçmiyor. Hemen her telden çıkan uyumsuz seslerin bir tek ortak notası ve noktası var: -Bu sadece bir oyundur! Duymayan veya duymazdan gelen ezici çoğunluk istediği kadar ham hayal görmeye ve gördürmeye devam etsin, her seste yankılanan yargı budur. Türkiye'nin AB macerası önce kendisi için, kendi içinde bir oyundur. Zira sağır sultan da işitmiş ve benimsemiştir ki, şimdiki iktidarın gelir gelmez ağırlığı bu sürece vermesi, bir tür 'meşruiyet pekiştirme' arayışıydı. Eh, nicedir ülkenin üvey evlatları muamelesi gören eğilimdekilerin böyle davranmasını da kimsenin yadırgama hakkı yoktur. Türkiye'nin AB macerası kendi dışındaki taraflar için de bir oyundur. ABD için ve ABD içindeki karşıt kutuplar için bir oyundur. AB için ve AB içindeki küresel çete güdümlü ülkeler için bir oyundur. AB içinde küresel oyuncu olma hülyası gören Fransa ve Almanya gibi ülkeler için de bir oyundur. Her bir AB ülkesinin kendi içindeki farklı odaklar arasındaki rekabette de işleyen bir oyundur. Türkiye'nin bu oyun uğruna içeriden ve dışarıdan nasıl sadece ve sadece yüksek tempolu 'yerinde sayma' eylemine şartlandırıldığını gösteren en taze kanıtlardan bir tanesini dünkü Financial Times'ın yorumunda buluyoruz. Gazete adını vermediği 'bir Türk yetkilinin ağzından' baklayı kaçırıyor: -Avrupa liderlerinin hiç biri şu anda AB-Türkiye ilişkilerinde bir kopuş istemediğinden görüşmeler başlayacak, ancak altı yedi yıl sonra üyelik değil, bir çeşit 'imtiyazlı ortaklık' üzerinde karar kılınırsa bu da ayrı konu.
Film içinde film misali, oyun içinde oyunlar demeti oluşturan 'Türkiye'yi AB yolunda yerinde sayma yöntemi ile ilerletme' manevrasına dair bir başka kanıt da ordu cenahından geliverdi. Dönem başkanlığı sırasına Hollanda'nın öncülüğü ile 'Türkiye'nin AB ilişkileri bağlamında' oluşturulmak istenen 'TSK raporu', Ankara'nın bu hedefe yönelik 'tek sesli' görüntüsünü yalancı çıkardı. Raporun hazırlık çalışmalarına katılan iki emekli paşanın (Orgeneral Edip Başer ve Tümgeneral Armağan Kuloğlu) çekmesi, Türkiye tipi 'asker-sivil' ilişkisinin AB yolunda kalıcı bir 'yerinde sayma' dinamiği oluşturmaya devam edeceğini de gösterdi. Öyle görünüyor ki, imzalarını çeken askerlerin en fazla rahatsız oldukları husus, Genel Kurmay Başkanlığı'nın doğrudan Başbakanlığa değil de Savunma Bakanlığı'na bağlı hale getirilmesini isteyen bölüm. AB'liler ve AB'ciler bunu 'olmazsa olmaz' bir düzenleme olarak dayatıyorlar. Kanaatimce de siyasetçimiz layık olabilecekse bu hiyerarşi değişikliği hemen gerçekleşmeli! Oysa bu dayatma da, 'AB yolunda Türkiye'ye yerinde saydırma' oyununun basit bir uzantısından başka bir şey değil. Zira bu istek,en azından şimdilik- protokol sıralamasını değiştirmekten başka bir anlam taşımayacaktır. Daha açık bir ifade ile kağıt üzerinde Savunma Bakanı'na bağlı hale gelecek olan Genel Kurmay Başkanı, mevcut siyasetçi kalitesi katlanarak yükselmediği sürece 'devlet etme' işinde fiilen başbakanın bile önünde bulunmaya devam edecektir. Meselenin özü, Avrupa'daki siyasetçi ile bizdekinin yetişme şartları arasında var olan farktadır. Avrupa'da strateji, uzun çağlardan beri sivilin de en az asker kadar ilgilendiği, bilgilendiği ve yetkin biçimde tartışıp öneri getirebildiği bir alandır. Bizde ise siyasetçi eğer asker kökenli değilse pek az istisna hariç- stratejik meseleyi daha baştan kendi dışındaki bir alan olarak görür. Sözgelimi başbakanlardan birinin, kendi milletvekilince yöneltilen 'filan yerde askerler bir takım işler yapıyorlar, ne olup bittiğini anlayamıyoruz' şeklindeki şikayete 'boş ver onlar oralarda uğraşsınlar, biz de işimize bakalım' cevabını verebildiği bir ülkede kağıt üzerindeki düzenlemeler, askeri sivilin gerisine çekebilir mi? Hele de 300 yıldır 'yerinde sayma' temposu yükseldikçe 'ilerliyoruz' diye tepinen, şekilci düzenlemelere devrim diyebilen aydınlar baskın olduğu sürece
|