Arsızlık borsası
Zor anlayabildiğim şeylerdendir. Tuzu, tuz ne kelime, altı da dahil her bi şeyi kuru olanların... Mevki, makam ve daha ötesi gelir bakımından ülkenin, halkın, ortalamaların, en diplerin, orta direklerin, üst direklerin daha üstünde bulunanların... Başka birilerinin eline geçengeçmeyen üç kuruşluk ücret ve maaşlar üstüne bu kadar rahat ve bu kadar çok şey söylebilmesi tuhaftır.
Şirket yöneticisi, medya yöneticisi, büyük medyada yazar filan... Bir insan, patron bile olmadan, sermaye dahi koymadan, ama eğitimiyle, ama liyakatiyle, becerisiyle, birikimiyle yahut ne bileyim yalakalıkla, maymunlukla şunla bunla "epey üst gelir" grubuna girmişse... Yani bir "ücretli" olarak "ücretlilik, ücret, maaş" kavramlarının o mütevazı, kendi halinde, titrek manalarını çoktan ve çok çok aşmışsa... Elalemin asgari ücreti, üçbeş yüz milyonluk maaşı, 30 küsur yıl emek harcamış da henüz ölmeden maaş görebilmiş bir emeklinin 2030 milyonluk "zam" mı için tepeden konuşurken, budanması için yazarken biraz olsun utanır.
Eskiden hiç olmazsa o duygu vardı. Belki "tok" yine "açın halinden anlamaz" dı her zaman; ama hiç olmazsa onun hali üstüne de acımasız acımasız yürümezdi. Kendi zengin penceresinden bakarken dar gelirliye filan hiç olmazsa küfretmezdi. Oysa bugünün modası... Ekonomi bilimi, piyasa mantığı, pazar koşulları, rekabetin gereği, sağduyunun icabı, gerçekçilik eseri, küreselliğin sonucu, popülizm yapmamanın şartı, iç ve dış patronların takdirini kazanma yolu ve çok bilmişliğin her daim kusabilen insafsızlığıyla... "Asgari ücretin fazlalığı" ndan... "Emekli maaşlarının yükü" nden... "İşçi ücretleri ile maliyetlerinin yüksekliği" nden... "Memurların lüzumsuzluğu" ndan dem vurmak. Bugünün modası... Bütün bunlardan çok haklıymış, çok doğruymuş gibi söz ederken... Kendini kaybetmek, kendi büyük kazancının, yüksek ücretinin nasıl bir hak olup da başkasının üç kuruşluk aylığının nasıl bir haksızlık olabildiğini zerre düşünmemek. Sözde akıllı, fikirli "muhakeme" nin, vicdana ne merhamet ne de utanma olarak hiç uğramaması. Geçen bir yazıda kullandığım ve çok sayıda okurun sloganlaştırdığı ifadeyle... Çalışanın, çalışamayanın, işçi, memur, emeklinin "Çinli gibi kazanıp yaşaması" nı isteyen şirket yöneticilerinin, devlet ve özel sektör bürokrasisinden derleme ideologların, kimi köşe yazarının, "Önce siz Çinli olun" deyince İsviçreliliğe sıvışması.
Ne acıdır ki, bu devirde "rasyonellik" ille ar duygusunun da kaybı ile kardeş olmak zorunda. Ne acıdır ki, "arsızlık" sadece "kendin için ihtiras sahibi olmak" la yetinmiyor; "Arsızlığın arsızlığı" olarak, başkasının küçük lokmasına dahi göz dikmenin... Ve düzen, sistem, piyasa adına o lokmaları saymanın, boğazına tıkmanın, boğazından sökmenin cazgırlığı ile taçlanıyor. Biliyorsunuz; bu ayıp, bu arsızlık ne kadar hakimse, Borsa da o kadar yükseliyor!
|